attila ilhan
bana sorarsan, işin asıl bok yanı neresi biliyor musun? bu köpek hayatını, bu rezilliği hak edecek bir şey yapmadık. her şey bizim irademizin dışında oldu bitti: tutuklanmak, mahkeme, hüküm, cezaevi!.. her şey öylesine ağır, o kadar acıklıydı ki, insanın ciddiye alası gelmiyordu. hani korku filmleri vardır, iyice mübalağalı, bir türlü gerçeklik duygusu vermez, korkacağına gülersin, işte öyle! günün birinde bir baktık, beş parasız sokakta kalmışız; ufukta ne küçük bir umut, kıçımızda bütün ömrümüzü piç etmeye fazlasıyla yetecek bir de damga!
it köpek arasında bile dayanışma var be, belki aşağılık bir dayanışma, olsun, dayanışma ya! oysa biz yapayalnızız, kuşkuya ve korkuya kapılmışız, birbirimizi yiyoruz. hayır gelir mi bundan? yenilgi kapıda hazır.
çaresiziz: bu bir gerçek! elimiz kolumuz bağlı! kesinlemeleri ya da kuşkularıyla canımıza okuyorlar: ya dünyayı, onların yüzünden, olmadığı kadar güzel görüyoruz ya da olduğundan çok daha rezil! her iki durumda, sonuç değişmiyor: aynı yabancılaşma, yabancılaşmanın da iyileşmezi!
herkes yalnız kendini düşünürse iş nereye varır? bir şeye yaramanın, bir iş görmenin ayrı bir mutluluğu var. yanılmıyorsam, bizi hayvanlardan ayıran en önemli fark budur.
yanlış olmak, acı; yanlışını bilmek, zehir; düzeltememek, rezillik!
toplumsal tabakalaşma, hayatın yükünü çekenlerle tadını çıkaranlar arasındaki fark olduğu gibi kalacaksa, bir devrime kalkışmanın faydası ne? yerine gelecek olan da o kadar bozuk çıkacaksa, yerleşik bozuk düzeni değiştirmek niye? lokmanın büyüğünü daima hileci kapacak, kurnaz kazanacak, açıkgöz yolunu bulacaksa, ilk insanın en ilkel yaşamak haklarını isteyenler kodese atılıp da, korku ve dehşet, iki dev tabut gibi şehirlerde gezecekse, biz tehlikeli ve ahmak hayal düşkünleri değil miyiz? gelmiş geçmiş bütün devrimciler, çoktan ihanete uğramış değiller mi?
falan ya da filan önemli kişiyi bırakın, ilkelerin ve yöntemlerin ardından gidin çocuklar, bileşiminizi yapın! unutmayın ki büyük adamlar, çokluk, insanlığın büyük yanlışlarıdır. bu bakımdan, bilimden şaşmayın siz, tarihi tarih yapan şeyi, hareketin objektif kanunlarını bulmaya çalışın!
ah, ah, ah! asıl yapılması gerekeni, biz hiçbir zaman öğrenemedik: temel ilkeleri kavrayıp ana yöntemi bilecek, sonra bu bildiğini ulusal ve yöresel koşullara uygulayıp bileşimini yapacaksın! işte o kadar!
bir devletin kudreti ve ihtişamı, siyasi teşkilatının duygusuzluk derecesiyle ölçülür. bu teşkilat ne kadar katılaşır, insanlıktan uzaklaşırsa, o kadar kudretli ve muhteşem sayılır. fertler için de durum aynıdır. kendi kaderini olduğu kadar, öteki insanların kaderini de umursamayan kimse, hangi siyasi düzen içerisinde olursa olsun, örnek vatandaştır. öve öve göklere çıkarır, adına heykel dikerler. istediğin kalıba sokarsın, gık demez. halbuki ben ve benim gibi insanlık haysiyetinden umudunu kesmeyen enayiler, mesele çıkarmakta birincidir, bu sebepten oyun bozanlıktan tut, lanetlenmeye kadar bütün suçlamalar onlar için!
olmaz, böyle devam edemezsiniz, bir ucundan değilse, hayatı, öteki ucundan tutacaksınız, mecbursunuz buna! bayağılıktan hoşlanmadığınızı, herkes gibi yaşamayı sevmediğinizi anlıyorum, ben de öyleyimdir biraz ama insan değişiklik arar, yeni olana, denenmemişe yönelir: daha çekicidir çünkü, daha zevklidir! hayat dediğimiz ne ki? en gizli eğilimlerimizi haklı çıkaracak bir ortam yaratmak değil mi? yaratın gitsin!
bir sorunu çözümlemenin değilse bile, ortadan kaldırmanın en kestirme yolu, hiçe indirgemektir.
aynı tutkuyu paylaşanlar, söyleşmenin ucundan bir tuttu mu, artık kendini alamaz, akıntısına kaptırıp söyleşir durur.
öyle çocukluklar vardır ki, zamanında yapmalı, yoksa bir ömür boyu avunamaz insan.