ülkü tamer
robert kolej'de türk öğretmenler arasında baba ziya'nın üstüne yoktu. coğrafyacı ziya akant'ın. dört yıl öğrencisi oldum. o dört yıl içinde bir kere bile ders kitabının kapağını açmadım. arkadaşların çoğu gibi. öğrettiği de akıldan çıkmazdı.
görünüşte aksi mi aksiydi. simsiyah kaşları her zaman çatıktı. gürledi mi tam gürlerdi. "eşekler!" diye bağırırdı en çok.
odası müze gibiydi. yurdun çeşitli yerlerinden el işleri, taşlar, bitkiler..
bir keresinde sınıfa girdiğimizde barut fıçısı gibiydi. "eşekler! keçiboynuzlarımı çalmışlar!" diye bağırıyordu. keyfi bir hafta yerine gelmedi.
her ders başında yoklama yapardı. ön sırada oturan arkadaşlardan birinin önüne bir kağıt fırlatır, gelmeyenlerin adını yazdırırdı. günün birinde, yoklamada gündüz'ün (kösemen) olmadığını gördü. "yaz!" dedi arkadaşa. "hocam" dedik, "şimdi gelecek."
"peki" dedi baba ziya. ders anlatmaya koyuldu. gündüz'ü de unuttu.
ama dersin bitmesine beş dakika kala kapı açıldı, gündüz girdi içeri.
baba ziya, "neredesin?" diye bağırdı. ön sıradaki arkadaşa döndü: "yaz!"
"hocam, önemli bir telefon görüşmem vardı, kusura bakmayın." dedi gündüz.
baba ziya onu dinlemiyordu bile. bağırıyordu:
"yaz!"
"hocam, adımı yazdırırsanız başım derde girecek."
"yaz!"
"zaten ihtar aldım. bir hafta okuldan uzaklaştıracaklar."
"yaz!"
"kız koleji'ne telefonu bir türlü bağlayamadılar, hocam."
"yaz!"
gündüz dayanamadı: "eee be! yazdırırsan yazdır! baba ziya dedik, gelmedik işte!"
baba ziya, bir an bile duraksamadan kükredi:
"sil!!!"