18.03.2012

ideoloji

şerif mardin

erik h. erikson'a göre ergenlik çağı ideolojiler için bilhassa uygun bir ortam yaratır, ergenlik çağındaki gençlerin bazı aramalarını cevaplandırır, bundan dolayı bu yaş grubunca kolay benimsenir.

bir insandaki, ahlaki düzeyi ve düşünce gücünü oluşturan eğitim sistemidir ve bu sistemi de saptayan devletin politikasıdır. bu açıdan bakıldığı zaman insanlar arasındaki yetenek farklarının kaynağını büyük çapta ayrı eğitim görmüş olmalarında aramak gerekir. bundan dolayı insanların bireysel kötülüğünü kınadığımız zaman hata ediyoruz: ahlaksızlık içten gelen bir şey değil, farklı dış etkenlerle oluşmuş bir sonuçtur. kötülük sistemin bir ürünüdür ve sistem devletin kontrolü altındadır. sistem değiştirilirse sonuçlar da değişik olur.

marx: sosyal yaşam bilinci belirler.

biri burjuva sınıfından geldiği için yalnız burjuvaziyi destekleyen partiye oy verirse ve içtenlikle bu partinin herkese en çok faydayı sağlayacağına inanırsa bu tam bir yanlış bilinç örneğidir. marx'ın ifadesiyle: "ama küçük burjuvazinin sadece bencil sınıf çıkarlarını elde etmek için yola koyulduğu gibi dar bir görüşe varılmamalıdır. bu sınıf daha çok kendi kurtuluşunun özel koşullarının modern toplumun kurtarılabileceği koşullar olduğuna inanmaktadır.

toplum içindeki işbölümü arttıkça amaç değişir, bu işbölümünü ayakta tutmaya, sonra da işbölümünün yarattığı sınıfsal toplulukları yaşatmaya yönelir. bu aşamada kişinin ihtiyaçlarının giderilmesiyle toplumun kendine tayin ettiği amaçlar arasındaki ilinti artık kolay anlaşılır bir ilinti olmaktan çıkmıştır. insanlar sorgulayamadıkları ve çıkarlarıyla doğrudan ilintili olmayan süreçleri sürdürmeye koşulmuşlardır. bu toplum ışık geçirmez (opaque) bir toplumdur. insanlar bu toplumda günlük hayatları için doğrudan doğruya anlam taşımayan süreçlere inanmaya alışıktır. ideolojiler, bu ışık geçirmez toplumsal ilişkilere yalancı bir geçerlilik sağlayan fikirlerdir, anlatımlardır. bunların en görkemlisi ise din fikridir.

lukacs: belli bir grup mevcut sosyal düzeni korumaya yönelmişse, mevcut düzenin değişmesi ihtiyacını hissetmiyor ve istemiyorsa, o zaman daima "yanlış bilinç" halkası içinde hapsolmuş kalacaktır. fakat birisi mevcut düzeni beğenmemeye başlarsa o zaman o kısır döngünün içinden çıkmak imkanı belirmiş olur.

gerçekten de, bir sistemi en iyi inceleyenler genellikle bu düzenin "kenarında" yer alan kimselerdir.

schopenhauer'a göre, insanların kurduğu fikri yapıtların arkasında bu fikri yapıtlara özünü veren ve çok zaman unuttuğumuz, mevcudiyetinden haberdar olmadığımız bir unsur yatar. bu unsur, insan iradesinin (istencinin), isteklerinin, şahsiyetinin itici kuvvetidir.

insanlığın tarihinde görülen bütün fikirler ya saplantıdır ya şahsi çıkarların gizlenmesidir ya da çağın moda tutkularının ifadesidir. yapılması gereken, bunların temelinin zayıf olduğunu kabul etmek, fikirlerin dış görünüşüne aldanmamaktır. bundan dolayı, insan fikir kalıplarına, ussal yapıtlara kanıp inanacağına, onları rehber olarak kullanacağına, fikrinin gerçek zembereği olan, kendi içindeki "tahakküm isteği"ni (will to power) harekete geçirmelidir.

harold lasswell'e göre bazı kimselerin kişiliklerinin gelişmesindeki eksiklikleri telafi etmek için kullandıkları yollardan biri kişinin "hız"ını politika alanında almasıdır. böylece kişi, kişisel itişlerinin tatminini kamusal hedeflerde arar. kendi problemlerini kamusal bir hedefe çevirir.

freud'a göre kitle hareketi birçok kişinin ideallerini gerçekleştirmek için birden aynı rehberi seçmelerinden ileri geliyor. bu rehber bir insan olabileceği gibi bir kavram, bir anlam veya bir fikir olabilir. böylece, freud, daha sonra tarihsel anlatılarda göreceğimiz bir gelişmenin psikolojik izahını veriyor: toplum ve kültür yapısı dağıldığı zaman insanlar yeniden bir lider etrafında toplanıyor. grubun dağılmış olan yapısını yeni bir "tutkal"la yeniden oluşturabiliyor. max weber, öğretisinde yapı yerine geçen, liderle kendini bir görebilmenin yarattığı bu toplumsal tutkala "karizma" adını veriyor.

insanların değerleri hesaba katılmadıkça sosyal davranışları anlaşılamaz.

insanlar dış alemi algıladıkları zaman, bunun tümünü değil, yalnız kendi değerlerinin süzgecinden geçen kısımlarını algılarlar.

insanlık idealini hürriyet yoluyla gerçekleştirdiğini ilan eden parlamenter demokrasi, gerçekte bir idareci zümrenin siyasal gücü elinde tutabilmesi için kullandığı bir aletti.

pareto: insanların ve kurumların gerçekleriyle görünüşleri arasında gerçekleriyle ürettikleri fikirler arasında bir çelişme var.

pareto: insanlar bütün hareketlerini kendilerine ve başkalarına mantıklı olarak göstermeye çalışırlar, bu uğurda kuramlar geliştirirler; fakat gerçeğe bakılırsa insanların ancak bazı davranışlarına mantıksal diyebiliriz. bir kuramın, üstelik, mantıksal veya mantık dışı olmasıyla onun topluma yararlı veya zararlı olması arasında bir ilişki yok.

siyasal sistemin ne olduğunu toplum içindeki kimselere anlatmak, bazı kimselerin idareci rolünde, bazı kimselerin de idare edilen rollerinde bulunduklarının altını çizmek için derhal bir simgeye başvurur, "toplum bir insan vücuduna benzer" deriz. bu, gerçekten de, orta çağda siyasal yetkileri elinde toplayan siyasi önderler grubu tarafından yönetilecekleri, yönetilmeleri gerektiğini, halka kolay anlaşılır bir şekilde aktarmış oluruz. zira "toplum insan vücudu gibidir" deyince arkasından şu düşünce gelir: tıpkı insan vücudunda olduğu gibi toplumda bir "baş" gereklidir ve emirlerin "baş" tarafından verilmesi gerekir. yoksa kollar "baş"a kumanda ederse, o zaman vücudun diğer uzuvlarının ihtiyacı yerine getirilmeyecektir. ancak "baş" bütün ihtiyaçları koordine ederek, bütün uzuvlara "hakkını" verir.

kuruculuk mitosları: bugün biliyoruz ki, osmanlıların kayı aşireti ile akrabalık iddiaları prestij bakımından durumlarını perçinleştirememiş oldukları bir sırada, bu prestiji elde edebilmek için ileri sürülmüş bir mitostur. herkes geçmişinin asil ve ulu bir geçmiş olmasını ister. bundan dolayı da kendi geçmişi ile ilgili olarak bir bozkurt'un evladı olduğu veya türk mezopotamyasının prestijli bir aşireti ile akraba olduğu önerisini kolaylıkla kabul edecektir.

türkiye'de bir profesörlük rolü ve bir profesörlük mitosu vardır. yani, otoriter, ağırbaşlı, saygın profesör mitosu. profesözlük ideal olarak bu mitos içinden yaşanır. bu mitos osmanlı imparatorluğu'ndan aktarılmış bir ögedir. alim, yani ulemadan olan kimse, seçkin din adamı yalnız bir bilgin değil aynı zamanda olağan olarak devletin önemli memuriyetleri için hazırlanan bir kişiydi.

ideolojinin ideal yayılma alanı az okumuş insandır ve gelir bakımından da en düşük tabaka değildir.

ideoloji, gerek yabancılaşmış aydının gerekse yabancılaşmış sokaktaki adamın kaygı ve korkularına getirilmiş bir cevaptır.

tipik solcu, orta ve yüksek gelir katlarında bulunan bürokratik kökenli küçük aile birimlerinin en yaşlı çocuğudur. tipik sağcı, düşük gelir katlarından, kırsal kökenli geniş aile birimlerinin birkaç çocuğunun en gençlerinden biridir.

melford e. spiro: bazı kimseler bir ideoloji hakkında fikir edinirler, bazı kimseler bu ideoloji hakkında fikir edinmekle kalmazlar, onu anlarlar, yani bir anlatımını yapabilecek duruma gelirler. bazı kimseler buna ilaveten öğrendiklerinin doğru olduğuna inanmaya başlarlar, bazı kimseler çevrelerinde olup bitenleri bu açıdan değerlendirmeye çalışırlar. bazı kimseler ise ideolojiyi içerirler, yani yalnız değerlendirme aracı olarak değil kendilerini eyleme iten kimliklerinin derinliğinde yatan bir zemberek haline getirirler.