erich maria remarque
sabah oluyor. sınıfıma gidiyorum. ellerini kavuşturmuş küçükler sıralarına oturmuşlar. iri iri gözlerinde çocukluk yıllarının o ürkek şaşkınlığı henüz duruyor. bana öyle güvenle ve inanarak bakıyorlar ki! kalbim tıkanacakmış gibi oluyor birden.
sıfırı tüketmiş yüz binden bir tanesi olan ben, bütün inançlarını ve hemen bütün güçlerini savaşın parçaladığı yüz binden biri olan ben, burada sizlerin önünde dikiliyor ve sizlerin hayata benden çok daha bağlı, benden çok daha canlı olduğunuzu görüyorum. burada sizlerin önünde duruyorum. sizlere öğretmenlik ve yol göstericilik yapmam gerekiyor.
ne öğreteyim sizlere? yirmi yaşında içinizin boşalıp kavruk kalacağınızı, gelişmenizin en verimli çağında mahvolacağınızı ve acımasızca sıra malı olmaya zorlanacağınızı mı söyleyeyim?
insanlar tanrı ve insanlık adına zehirli gaz, demir, barut ve ateşle birbirlerini boğazladıkça bütün öğrenim ve kültürün, bütün bilimlerin acı bir alaydan başka bir şey olmadığını mı anlatayım? sizlere, bütün bu korkunç yıllarda temiz kalmış küçük yaratıklara ne öğretebilirim ben?
ben sizlere ne öğretebilirim? el bombasının nasıl yakalanıp çekileceğini ve insanlara nasıl fırlatılacağını mı öğreteyim? bir insanın nasıl süngüleneceğini mi, kürekle nasıl ikiye bölüneceğini mi göstereyim? soluk alan göğüs, hayat taşan bir akciğer ve bir kalp gibi esrarlı mucizelere karşı bir namlunun nasıl doğrultulacağını mı anlatayım? yoksa tetanosla nasıl kazık gibi olunacağını, parçalanmış bir bel kemiğinin ya da kafatasının ne hal alacağını mı anlatayım? çevreye saçılan bir beynin, parçalanan kemiklerin ve dışarıya fırlayan bağırsakların görünüşünü mü anlatmalıyım sizlere? yoksa karnından vurulanın nasıl inlediğini, ciğerden kurşun yiyenin nasıl da hırıltılı sesler çıkardığını ve başından yara alanın nasıl ıslık çalar gibi haykırdığını mı canlandırayım? daha başka şeyler bilmiyorum. daha fazlasını öğrenemedim.
yoksa sizleri şu karşıdaki yeşilli grili haritanın önüne götürüp elimi üzerinde dolaştırarak "sevgi işte burada boğazlandı" mı demeliyim? ellerinizde tuttuğunuz şu kitapların tertemiz yüreklerinizi bir cümleler kargaşalığına ve sahte bilgiler engeline doğru çekecek tuzaklar olduğunu mu söylemeliyim?
önünüzde duran lekeli ve suçlu insanın size şöyle yalvarması gerekiyor: olduğunuz gibi kalın ve çocukluğun sıcacık ışığını nefret alevcikleriyle bozmayın. alınlarınızın çevresinde tertemiz oluşun soluğu dolaşıyor. ben bu halimle sizlere ne öğretebilirim ki? benim ardımda geçmişin kanlı gölgeleri var hala. bu durumda ben aranıza katılmayı nasıl göze alabilirim?
bütün içerimin katılaştığını, taş kesilip sonra da küçük küçük parçalara ayrılacakmış gibi olduğunu sanıyorum. ağır ağır sandalyeye bırakıyorum kendimi ve burada daha fazla kalamayacağımı kavrıyorum. kendimi biraz olsun toplamaya çalışıyorum; ama beceremiyorum. hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelen bir zaman sonra biraz açılıyorum. ayağa kalkıyorum ve güçlükle:
"çocuklar!" diyorum, "evlerinize gidin. bugün okul yok."