jose mauro de vasconcelos
ay ışığı, terbiye edilmiş bir attır.
ilki başarılı olmazsa bir daha yapamaz insan ya da yapmak istemez.
ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.
el ele, acele etmeden sokakta yürüyorduk. totoca bana hayatı öğretiyordu. ben de, ağabeyim elimden tuttuğu ve bana birtakım şeyler öğrettiği için durumumdan hoşnuttum. nesneleri bana evin dışında öğretiyordu. çünkü ben evde keşiflerimi tek başıma yaparak kendi kendimi eğitirken, yalnız olduğum için, yanılıyordum. yanılınca da eninde sonunda hep dayak yiyordum. önceleri kimse beni dövmezdi. ama sonra her şeyi öğrendiler ve zamanlarını, benim bir şeytan, bir baş belası, lanet olasıca bir sokak kedisi olduğumu söyleyerek geçirmeye koyuldular. buna aldırdığım yoktu. sokakta olmasam şarkı bile söylemeye başlardım. şarkı söylemek güzel şey. totoca, şarkıdan başka bir şey daha biliyordu: ıslık çalmayı! ama ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım, ağzımdan ses çıkmıyordu. totoca ıslığın tıpkı böyle çalındığını; ama şimdilik bir ıslıkçı ağzına sahip olmadığımı söyleyerek beni yüreklendirdi. yüksek sesle şarkı söyleyemediğim için, şarkıları içimden söylüyordum. garipti ama, çok da hoş olabiliyordu.