nathaniel hawthorne
bir kitap kurdu o; ölü düşünceleri kemirmek için doğmuş biri.
herkes prometheus gibi, cennetten ateşi çalıp getirebilecek nitelikte değildir; ama o bu işi yaptıktan sonra binlerce ocak tutuşturuldu onunla.
yaşamım pek de uyumlu değildi düşüncelerimle. yüce düşlerim vardı, gelgelelim yalnızca düştü bunlar; çünkü -kuşkusuz kendi seçimimdi bu- aşağı ve değersiz gerçeklerin arasında yaşadım. hatta kimileyin -yüzüm tutup da nasıl söylüyorum bunu- kendi yapıtlarımın doğada ve insan yaşamında açığa çıkardığı söylenen yücelik, güzellik ve iyiliğe olan inancımı yitirdim.
yetkin konum ayrılıkları ortadan kaldırılınca, toplum yalnızca inceliğini değil, dayanıklılığını da yitirir.
sen ruhunu ayakta tuttukça, her şey ilk baştaki tazeliğine kavuşacaktır. insan düşlerinin yarattığı maddi nesneler gününü doldurmuş; oysa sen, ruhunla birlikte sonsuza dek yaşayacaksın.
savaşı kaçınılmaz kılan şey şu temiz yürekli beyefendilerin sandığından çok daha derindedir. ne olacak yani? insanlar arasındaki bütün o önemsiz görünen sürtüşmelerin giderilebileceği bir alan mı açılacak? ulusal sorunların çözüme kavuşturulacağı bir yüksek mahkeme mi kurulacak? bu tür davaların görüldüğü tek mahkeme savaş alanıdır.
doğa bir kitaptan daha iyi değil mi? insan yüreği herhangi bir felsefe dizgesinden daha derin değil mi? yaşam, geçmişteki gözlemcilerin onda bulduğunu sanıp da özdeyişlere dökmeye çalıştığından çok daha fazla yol gösterici bilgiyle dolu değil mi? zamanın yüce kitabı hala apaçık duruyor önümüzde; onu doğru düzgün okumayı başarırsak, sonsuz doğruluğun yolunu açacaktır bize.
ağaçlık patikalar katedralimizin geçidi olacak, gök de kubbesi. tanrı ile inananların arasına bir çatı koymak ne diye? inancımız bütün örtülerinden; hatta en kutsal kişilerin onun üzerine geçirdiklerinden bile kurtulacak ve bu yalınlığı içinde daha da yücelecek.
insanın nicedir süren yetkinlik arayışının onu yalnızca kötülüğün alaylarıyla yüz yüze getirmesi, hem de bunu sorunun tam temelinde yatan bir yanlışlığın yıkıma uğradığının sanıldığı bir anda yapması ne kadar üzücüydü! yürek, yürek -onun içinde ilk günahın yattığı küçücük ama sınır tanımaz bir köşecik vardı; dışımızdaki dünyanın suçları ve yanlışları bu ilk günahın birer yansımasıydı sadece.