3.06.2008

sevgi üstüne

jose ortega y gasset

normal bir erkek, karşılaştığı hemen her kadından hoşlanır.

gerçek sevginin en büyük belirtisi şudur: sevgiliye, yer birliğinin sağladığından daha derin bir bağlılık ve içtenlikle yakın olmak. aslında bu, o kişiyle canlı bir birliktelik yaşamak demektir. sevgiliyle birlikte var olma durumu içinde, nasıl olursa olsun, onun alınyazısını paylaşarak birlikte olmak. bir hırsızı seven kadın, kendi bedeni nerede bulunursa bulunsun, duygularıyla hapiste yaşıyor demektir.

sevgi üzerinde en iyi düşünebilecek olanlar, sevgi deneyimini en az yaşamış olanlardır; oysa sevgiyi yaşamış olanlar, bu konuda düşünme yetisi olmayanlar, sevgiyi saran o yanar döner, hiçbir zaman yakalanamayacak renkli tüyleri inceden inceye çözümlemeden geçirme yetisi olmayanlardır.

chateaubriand'da -gerçekten sevgi duyamayan bir insanda- karşısındakinde sevgi yaratabilme yeteneği vardı. chateaubriand'ı tanıyan sayısız kadın birdenbire, ömür boyu sürecek bir sevgiyle tutulmuştu ona. chateaubriand, sevgiyi her zaman 'yaratılmış' olarak bulur. yaratmak için uğraşmak zorunda kalmaz. kadın, onun yakınından şöyle bir geçer ve birdenbire büyük bir elektriklenmeyle sarsılır. hemen o anda ve tümüyle teslim ederkendini.

sevgiyle nefret; arzunun, iştahın ya da şehvetin iki değişik biçimidir. sevgi, iyi olduğu sürece iyi bir şeye karşı duyulan arzudur. olumsuz bir arzu olan nefretse, kötülüğün yadsınmasıdır. kendimizi ruhsal bir devinim içinde, bir nesneye doğru yönelmiş ve hiç durmadan iç benliğimizden başka birine doğru akar durumda bulmamız, sevginin ve nefretin temel özelliğidir. sevdiğimizde, içimizdeki dinginliği ve sürekliliği terk ederek gerçekten o nesneye doğru göç ederiz. sürekli bir göç durumu içinde olmak, sevgi içinde olmak demektir.

st. augustine, "sevgim benim ağırlık merkezimdir; o nereye giderse, ben de oraya giderim." der. sevgi, sevilen şeye doğru bir çekilmedir. (sevgim ağırlık merkezimdir: ben onun sayesinde hareket ediyorum.)

mariana alcoforado: bana yaşattığın mutsuzluklar için yüreğimin derinliklerinden teşekkür ediyorum sana; seni tanımadan önce yaşadığım sakin günlerden nefret ediyorum.

gerçek bir düşünürün bir tek kuramı vardır. gerçekten kuramcı bir yaratılışla, görünüşte kuramcı olan kişi arasındaki temel ayrım da burada yatar.

gerçeğin tersine, düşündüklerimiz ve duyduklarımız birbirinden kopuk, çelişik ve çokbiçimlidir.

imgelemimiz, başka birisine aslında onda bulunmayan üstünlükleri yansıttığında, aşık oluruz. stendhal'a göre sevgi körlükten de beter bir durum içinde doğar; düş ürünüdür. gerçek olanı görmemekle kalmaz; onun yerine konacak bir gerçeklik yaratır.

aşk ölür; çünkü doğuştan sakattır.

yüce bir ruhun ateşli tutkuya boyun eğmesi güç iştir.

don juan, kadınları seven erkek değil, kadınların sevdiği erkektir.

kadın ruhu, erkeğinkine göre gizilgüç açısından kasılıp daralmaya daha yatkındır; bunun tek nedeni de kadının daha merkezcil, bütünleşmiş ve esnek bir zihni olmasıdır. zihne yapısını ve tutarlılığını kazandıran işlev dikkattir. yüksek düzeyde bütünleşmiş bir zihin, yüksek düzeyde yoğunlaşabilmeyi de birlikte getirir. kadın zihninin, yaşamın her evresinde yalnızca bir tek şeye yönelen, bir tek dikkat eksenine doğru eğilimli bir zihin olduğu söylenebilir. kadın zihnini bu tek merkezli yapısına karşılık, erkeğinkinde her zaman pek çok merkez vardır. ruhsal anlamda bir erkek ne denli erkek olursa, zihni o denli çok sayıda, birbirinden ayrılmış kısma bölünmüş olur. bir yanımız iyice siyaset ve iş yaşamına gömülmüştür; oysa öteki yanımız zihinsel meraklar peşinde koşar; daha başka bir yanımız da cinsel zevklere yönelir.

insanların çoğu sanattan gerçek zevk almadan ölür giderler.

bir insanın özünden kaynayıp taşan sevgi hiçbir durumda ölemez. duyarlı ruhun üzerinde sonsuza dek sürecek, aşıya benzer bir iz bırakır.

sevgi, bir bakıma kusursuzluğa ulaşma çabasıdır.

platon: sevgi, güzellik içinde üretmek ve doğurmak için duyulan arzudur.

tüm sevgilerin özünde, seven kişinin, belli bir eksiksizlik taşıyormuş gibi görünen bir başka varlıkla birleşme arzusu yatar. öyleyse sevgi, ruhlarımızın bir bakıma üstün, ortalamadan daha yüksek, yüce olan bir şeye doğru kayması demektir.

aslında hiç kimse nesneleri çıplak gerçeklikleri içinde görmez. bunun gerçekleştiği gün, dünyanın son günü olacaktır; en büyük aydınlanma günü olacaktır.

düşünmeye yatkın, her konuyu en derin noktasına dek izlemeye alışmış bir insan için, dışadönük birinin dikkatinin bir nesneden ötekine atlayıp durması can sıkıcı bir şeydir. tam tersine, dışadönük kişi de, düşünürün, bir çukurun dibini kazıyıp duruyormuş gibi ilerleyen dikkatinin yavaşlığından yorulur, bıkar, sıkılır.

aşık olmak, bir dikkat olgusudur; ama normal insanda ortaya çıkan anormal bir dikkat durumudur.

aşık olmanın düşük bir zihinsel durum, bir tür geçici aptallık olduğunu kabul edelim. bilincimiz felce uğramadan, alıştığımız dünya kısıtlanmadan aşık olmamız olanaksızdır.

cinsel içgüdünün işe karışmadığı sevgi yoktur. sevgi, bu içgüdüyü kaba bir güç olarak, bir teknenin rüzgarı kullandığı gibi kullanır.

aşık olmak, aslında bir büyülenmedir.

erkeklerin plastik bakımdan en güzel kadınlara pek aşık olmadıkları her zaman dikkatimi çekmiştir. her toplumda, tiyatrolarda ve toplantılarda, kamusal anıtlarmış gibi parmakla gösterilen birkaç "resmi güzel" vardır; oysa erkeklerin kişisel aşk ateşleri pek bunlara yönelmez. bu tür güzellik öylesine kesin bir biçimde estetiktir ki, kadını bir sanat nesnesine dönüştürür, yalıtlayarak belli bir uzaklığa yerleştirir. o kadın beğenilir -uzaklığı düşündüren bir duygudur bu- ama sevilmez. aşkın öncü gücü olma görevini üstlenen yakınlaşma arzusu, salt bu beğenmenin getirdiği uzaklık nedeniyle olanaksızlaşır. olağanüstü güzellik, ince duyarlılıkları olan erkeklerin bir kadını çekici bulmalarına engel olur. bir yüzün aşırı mükemmellikte olması, o yüzün sahibini nesnelleştirmeye ve bir estetik nesne olarak zevkle seyredebilmek için ondan uzakta durmaya iter bizi. "resmi güzeller"e aşık olanlar yalnızca alıklar ve bakkal çıraklarıdır. resmi güzeller kamusal anıtlardır; insanın kısa bir süre, uzaktan seyredeceği ilginç nesnelerdir. onların yanında insan kendisini aşık gibi değil, turist gibi hisseder.

insan, arzuladığı şeyi sevmeyi öğrenebilir: sevdiğimiz şeyi de arzularız; çünkü onu severiz.

yaşamı uyum olarak betimlemek yanılgılıdır. minimum uyum sağlamadan yaşamak olanaksızdır; ama yaşamın şaşırtıcı olan yanı, atak, son derece cesur, öncelikle uyumsuz biçimler yaratmasıdır; gene de bu biçimler kendilerini minimal durumlara uyarlayıp sağ kalmayı başarırlar.

bilmecelerimiz ve sorunlarımız, çoğu zaman, soru iminin o yalancı, süslü kıvrımlarını takınmış gizli yanıtlardır aslında.

bir erkeğin gururunu en çok okşayacak şey, kadınların kendisini ilginç bulduklarını söylemeleridir. ilginç erkeğe, tek bir kadın değil, birçok kadın aşık olur.

yaşamın herhangi bir sorunuyla uğraşırken, eksiksizliğe ulaşmak, çok eksikli kalmak demektir; niceliksel yargılar da, daha çok tipik durumları, normları, eğilimleri dile getirmek için verilir.

sevgi, ruhun en incelikli ve en kapsayıcı edimi olduğundan, ruhun durumunu ve özünü yansıtır; sevgi içindeki insanın nitelikleri ister istemez sevginin kendisine atfedilmelidir. eğer o birey duyarlı değilse, sevgisi nasıl duygu yüklü olabilir? o kişi derinlikten yoksunsa, sevgisi nasıl derin olabilir? insan nasılsa, sevgisi de öyledir.

insan, sevgi denen görüngüyü, ta içinden açık seçik görmek isterse, her şeyden önce, sevginin, hemen herkesin ulaşabileceği, içinde yaşadığımız toplum, ırk, ulus ve dönem söz konusu olmadan her dakika her yerde olan evrensel bir duygu olduğu yolundaki yaygın fikirden kendisini kurtarmak zorundadır. sevgi az rastlanan bir olay; ancak belli ruh yapısındakilerin yaşamayı umabilecekleri bir duygudur: aslında, bazı bireylerde bulunan, normalde başka yeteneklerle birlikte bahşedilen; ama tek başına da görülebilen özgül bir yetenektir.

sevgi yüzünden birisini ya da kendini öldüren kişi, bu işi kavga, servet kaybı vb. gibi başka bir nedenle de yapacaktır.