14.05.2011

sorgulayan denemeler

bertrand russell

ateşli bir şekilde savunulan görüşler asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir. gerçekten de şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olduğunun bir göstergesidir. politika ve din konularındaki görüşler hemen hemen tümüyle aşırı duygusallık ile bağıntılı olan türdendir.

sıradan insanlar, felaketleri düşmanların entrikalarına atfetmeyi yeğlerler. sonuç olarak da konu ile ilgisi olmayan şeyler için veya o şeylere karşı savaşırlar.

günah, gerçek olmayan, yanıltıcı bir kavramdır ve onu cezalandırmak için uygulanagelen zulüm gereksiz bir şeydir.

milliyetçilik, kuşku götürür konularda ateşli inanç sahibi olmanın bir uç örneğidir.

insanların kendileri hakkındaki gerçekler normal zamanlarda sadece kabalık olarak, savaş halinde ise suç olarak algılanırlar.

inançlar, eylemlerin nedeni olarak, ne ölçüde etkindirler? inançlar, ne ölçüde mantıksal açıdan yeterli delillerden kaynaklanırlar ve kaynaklanabilirler? öyle olmaları ne ölçüde olanaklı veya arzu edilen bir şeydir?

insan, karısının sadakatsizliği hakkında bir bilgi edinmişse büyük olasılıkla salt içgüdüsel davranacaktır. ancak bu içgüdü sonradan olacakların temel nedenini de oluşturan bir inanç etkisiyle harekete geçmiştir.

siyasal ve dinsel eylemlerimiz özellikle inançlarımızla bağıntılıdır.

inançların kanıtlara dayanma oranı onlara inananların sandıklarından çok daha düşüktür.

politik görüşler, nadir olarak kanıtlara dayanır.

insanlar neyin kendi yararlarına olduğu konusunda yanılırlarsa, akla uygun olduğunu sandıkları tutum, başkaları için, gerçekten akla uygun olan tutumdan çok daha fazla kötülüğe yol açar. bu nedenle, insanları kendi çıkarlarını iyi değerlendirecek duruma getiren her şey yararlıdır.

bilinçdışımız göründüğünden daha kötü niyetlidir. bu nedenle, ahlaki gerekçelerle, kendi yararlarına ters düşen şeyleri bilerek yapan kişiler kendi yararlarına olanı tam olarak yapan kişilerdir.

insanların eylemleri ne ölçüde rasyonel olabilir veya olmalıdır?

insanlara rasyonel olmayı öğretmeyi bir ölçüde biliyoruz: eğitimden sorumlu olanların her konuda uyguladıklarının tam tersini yapmak bunun için yeterlidir.

rasyonalizmin uygulama alanını belirleyen kesin sınırlar vardır; yaşamın en önemli bölümlerinden bazıları mantığın işe karışmasıyla mahvolurlar.

hepimizin içinde mantıktan esinlenmeyen eylemlerle tüketilmesi gereken bir miktar enerji olduğuna inanıyorum; bu, çıkış yolunu, koşullara göre sanatta, tutkulu aşkta veya tutkulu nefrette bulur. saygınlık, düzen ve rutin, sanatsal dürtüyü köreltmiş ve aşkı verimli, özgür ve yaratıcı olmak yerine bunalıma veya gizliliğe mahkum etmiştir.

içgüdüsel yapımız iki bölümden oluşur; birisi kendimizin ve çocuklarımızın yaşamını geliştirmeye, diğeri ise rakip gördüğümüz kişilerin yaşamını engellemeye yönelir. birincisi yaşama aşkını, sevgiyi ve psikolojik olarak sevginin bir kolu olan sanatı içerir; ikincisi de rekabeti, milliyetçiliği ve savaşı. geleneksel ahlak birincisini bastırmak, ikincisini yüreklendirmek için her şeyi yapar.

sevdiklerimizle ilgili davranışlar içgüdüye güvenle bırakılabilir. akıl kapsamına alınması gerekli olan ise nefret duyduğumuz kişilere karşı olan davranışlardır. günümüz dünyasında etkin olarak nefret ettiklerimiz, bizden uzak olan gruplar, özellikle de yabancı uluslardır. onları soyut olarak algılarız ve gerçekte nefretin ta kendisi olan eylemleri, adalete olan aşkımız ve benzeri yüce amaçlar için yaptığımızı ileri sürerek kendimizi kandırırız. bu gerçeği bizden saklayan perdeyi ancak, büyük ölçüde kuşkuculukla kaldırabiliriz.

eğer insanlar bir başkasının mutsuzluğu peşinde koşmak yerine kendi mutluluklarının peşine düşmeyi öğrenirlerse..

insan genellikle bir düş aleminde yaşar; dış dünyadan gelen aşırı zorlayıcı bir etkiyle bir an için uyanır; ancak çok geçmeden düş aleminin tatlı uykusuna yeniden dalar.

freud, geceleri gördüğümüz düşlerin, büyük ölçüde, arzularımızın görüntü şeklinde gerçekleşmesi olduğunu göstermiş; bunun, gündüz gördüğümüz düşler için de aynı ölçüde doğru olduğunu söylemiştir.

doğru olduğuna inandığımız şeylerin rasyonel olmayan kökenini göz önüne serecek üç yöntem vardır: deli ve isterik kişilerin incelenmesinden yola çıkıp, giderek bu hastaların temelde normal sağlıklı kişilerden pek az farklı olduğunu ortaya koyan psikanaliz yöntemi; ikincisi, en değerli görüşlerimizin rasyonel kanıtlarının ne kadar zayıf olduklarını gösteren kuşkucu filozofların yöntemi; son olarak da, insanları genel olarak gözlemleme yöntemi.

rasyonel olmayan inançlar insanların ilk dönemlerine özgü değildir. insan ırkının büyük bir bölümü bizimkilerden farklı olan, bu nedenle de doğal olarak, aslı astarı bulunmayan dinsel inançlara sahiptir.

nezaket, bir kişinin, kendisinin veya çevresindekilerin meziyetlerine ilişkin görüşlerine saygılı olma alışkanlığıdır.

herkes, her gittiği yerde, rahatlatıcı bir kanılar bulutu ile sarılmıştır; bu kanılar, yazın uçuşan sinekler gibi, kendisiyle beraber hareket eder. bunların bazıları kişiseldir; kişiye, kendi erdemlerinden ve üstünlüklerinden, arkadaşlarının sevgisinden ve tanıdıklarının saygısından, mesleğinin parlak geleceğinden, pek de iyi olmayan sağlığına karşın tükenmeyen enerjisinden söz ederler. onun ardından ailesinin olağanüstü yüceliği hakkındaki inançlar gelir. daha sonra, ait olduğu toplumsal sınıf hakkındaki inançları gelir. ulus konusunda da, hemen herkes kendi ulusu hakkında rahatlatıcı kuruntular besler.

insanın ruhu vardır ama hayvanın yoktur; insan "rasyonel bir hayvan"dır. aşırı acımasız veya anormal bir eylem "hayvan gibi" veya "vahşi" olarak nitelenir. halbuki böyle eylemler kesinlikle insanlara özgüdür. evrenin nihai amacı "insan"ın mutluluğudur. böylece, bizi rahatlatan aşamalı bir inançlar dizisine sahip oluyoruz.

bir aritmetik toplaması yaparken insanın kendi lehine yanlış yapması, aleyhine olanı yapmasından daha olasıdır. bunun gibi, bir kimsenin mantık yürütürken kendi özlemleri yönünde yanlışlar yapması, özlemlerine ters yönde yanlışlar yapmasından daha olasıdır.

düşünce dünyasında, kendi fiziksel güçsüzlükleriyle yüzleşmeye hazır olanların açılabilecekleri "engin denizler" vardır. dünyadaki konumunu olduğu gibi görme yürekliliği göstermeyen hiç kimse korkunun zulmünden kurtulamaz; kendisine, kendi küçüklüğünü görme olanağı vermeyen hiç kimse gücünün yettiği yüceliğe erişemez.

bütün rönesans dönemi boyunca hıristiyanlığa karşı, esas itibariyle pagan çağı uygarlığına duyulan hayranlıktan kaynaklanan bir tür düşmanlık var olmuştur.

bergson, geçmişin bellekte yaşamayı sürdürdüğü, hiçbir şeyin asla gerçekten unutulmadığı kanısındadır.

rasyonel tavır, bir kanaate varmadan önce konuyla ilgili bütün kanıtları dikkate almayı gerektirir.

çok kimse aklın tek işlevinin, kişinin kendi özlem ve gereksiniminin doyumunu kolaylaştırmak olduğunu söylemektedir.

zihin her şeyden çok bir taraf tutma aracıdır. işlevi kişiye ya da türe yararlı olacak eylemlerin gerçekleşmesini ve daha az yararlı olanların engellenmesini güven altına almaktır.

marksistlerin inancı ile dinsel inanç arasındaki fark pek derinlerdedir; dinsel inanç özlem ve gelenek temeline, diğer ise nesnel gerçeklerin bilimsel analizine dayanır.

faydacı filozoflara göre kanılar, yalnızca varolma savaşında kullandığımız silahlardır ve insanın yaşamını sürdürmesine yardımcı olanlarına "doğru" denilmelidir.

bu görüş m.s. altıncı yüzyılda, budizm japonya'ya ilk eriştiği zamanlar, japonya'da yaygın olan görüştü. yeni dinin doğruluğundan kuşku duyan iktidar, deneme olarak, saray mensuplarından birine bu dini kabul etmesini emretti; eğer bu kişi başkalarından daha başarılı olursa yeni din herkesçe kabul edilecekti. bu yöntem faydacıların bütün din tartışmalarında benimsedikleri yöntemdir; ancak ben, insanı zenginliğe, bütün öteki dinlerden daha çabuk götürdüğü anlaşılan museviliğe geçen bir kimse duymadım.

bir cinayet davasının jürisinde yer alan bir faydacı, kanıtları herhangi bir insan gibi değerlendirecektir; ancak eğer kendisine özgü ölçütü uygulayacak olsa, toplumda kimin idam edilmesinin daha karlı olacağını düşünmesi gerekir. tanım gereği o kişi cinayetin de suçlusudur; çünkü başka birisinin değil de onun suçlu olduğuna inanmak daha yararlı, bu nedenle daha doğrudur.

irrasyonalizm, yani nesnel gerçeği yadsımak, hemen her zaman, hiçbir kanıtı olmayan bir şeyde ısrar etmek; ya da çok sağlam kanıtları olan bir şeyi yadsımak arzusundan kaynaklanır.

kanılarımız çoğu zaman olgulara ters düşer; hatta belirli kanıtlara göre bir şeyin olası olduğunu söylediğimizde bile, aynı kanıtlara göre o şeyin olası olmadığı da söylenebilir. bu durumda rasyonelliğin kuramsal yanı, olgulara ilişkin kanılarımızı özlemlere, önyargılara, geleneklere değil, kanıtlara dayandırmaktan ibarettir.

savaş sırasında ortaya çıkan savaş nevrozunun [travma sonrası stres bozukluğu] en etkili tedavi yönteminin psikanaliz olduğu kanıtlanmıştır.

delilerdeki kuruntuların çoğunun içgüdüsel engellemenin bir sonucu olduğu ve tümüyle zihinsel yollarla -hastaya anısını baskı altında tuttuğu olguları anımsatmak yoluyla- tedavi edilebildikleri anlaşılmıştır. bu çeşit bir tedavi ve onu çağrıştıran durum, hastanın yitirmiş olduğu sağlıklı bir ruh halinin var olduğunu ve unutmayı en çok istedikleri de dahil olmak üzere, bütün işe yarar olguları bilinç yüzüne çıkarmakla bunun tekrar kazanılabileceğini varsayar.

belirli bir şeyi yapmak isteyen bir kimse, böyle yapmakla yararlı saydığı bir sonuca ulaşacağına kendini inandırır.

kumarbazlar, uzun dönemde kesinlikle kazandıracak sistemler konusunda irrasyonel inançlarla doludurlar. politikayla ilgilenenler kendi partilerinin başkanının, rakip politikacıların düzenbazlığına düşmeyeceğine kendilerini inandırırlar. yönetmeyi sevenler halk tabakasına koyun sürüsü gözüyle bakmanın onların yararına olduğunu düşünürler; sigaradan hoşlananlar sigaranın sinirleri yatıştırdığını, alkolden hoşlananlar da alkolün zihni uyardığını söylerler. bu tür gerekçelerin yol açtığı yargılar, olayların değerlendirilmesinde önlenmesi zor olan yanılgılara yol açarlar.

bir kimsenin arzuları başka bir kişininkiyle tam tamına uyum içinde olmaktan çok uzaktır.

düzenli bir toplumda, başkalarının zararına olan bir şeyin, onu yapan kişinin çıkarına olması pek enderdir.

bir kimse, aklının arzularını algıladığı ve onlara egemen olduğu ölçüde rasyoneldir.

yüz yıl kadar önce herkesin çok kötü bir insan olarak tanıdığı jeremy bentham adında bir filozof yaşadı.

kant'ın düşüncesine göre; bir iyilik, ondan yararlanan kişiye duyulan sevgiden kaynaklanıyorsa erdemli değildir; sadece ahlak kurallarından esinlenmişse erdemlidir.