orhan pamuk
türk edebiyatının 20. yüzyıldaki en büyük şairiyle en büyük romancısı olacak yahya kemal ve tanpınar istanbul'un hüzünlü, ücra semtlerinde dolaşırken sanki kaybettikleri şeyleri ve melankoliyi daha da fazla içlerinde duymak istiyorlardı. niye? siyasi bir amaçları vardı: istanbul'un yıkıntıları içerisinde türk milletini ve türk milliyetçiliğini keşfetmek, büyük osmanlı imparatorluğu'nun yıkıldığını; ama onu yapan türk milletinin (rumları, ermenileri, yahudileri, kürtleri ve diğer azınlıkları türkiye cumhuriyeti devleti'yle birlikte unutmaya hevesle hazırdılar) hüzünle de olsa ayakta durduğunu göstermek istiyorlardı. ama türk milliyetçiliği fikrini, milliyetçi olmaları gerektiğini öğrenir öğrenmez, güzellikten yoksun otoriter bir söylem kullanan milliyetçi türk devleti'nin ideologları gibi değil, emir ve zordan uzak bir "güzellik" ile geliştirmek istiyorlardı. yahya kemal paris'te fransız şiirini ve edebiyatını tanıyarak 10 yıl geçirmişti ve türk milliyetçiliğinin, ancak "batılı gibi" düşünerek, bu milliyetçiliğe uygun batı tarzı bir imgeyle "güzelleştirilerek" yapılabileceğini biliyordu.
arka mahallelerin ya da yıkıntılarla ağaçların, otların ve doğanın rastlantısal güzelliğinden tat alabilmek için o mahalleye, yıkıntılarla kaplı o yoksul yere "yabancı" olmak gerekir. yıkık bir duvar, yasaklamalar yüzünden boşalmış ve bakımsız kalmış ahşap bir tekke binası, musluğu akmayan bir çeşme, artık üretim yapmayan 80 yıllık bir imalathane, milliyetçi baskılarla rumlar, ermeniler, yahudiler kovalandığı için boşalmış evler, kırık dökük yapılar, perspektife meydan okur gibi hepsi bir başka yana hafifçe yatmış (ya da kimileri, karikatüristlerin çok sevdiği gibi, birbirlerine yaslanarak eğilmiş) evler, çatıları, cumbaları, pencere pervazları yamulmuş yapılar, oralarda yaşayanlarda sağlamlık ve güzellik duygusu değil, yoksulluk, imkansızlık, çaresizlik ve ihmal duygusu uyandırırlar. kenar mahallelerin bu yoksulluk görüntüleriyle, bakımsız tarihi köşelerin sunduğu rastlantısal "güzellikten" zevk alanlar ya da yıkıntılardan pitoresk tatlar çıkaranlar bu yerlere dışarıdan gidenlerdir. (tıpkı şehir halkı ilgilenmezken roma'nın yıkıntılarından zevk alan, onların resmini yapan kuzey avrupalılar gibi.) yahya kemal ve tanpınar "fakir ve ücra istanbul'u", arka sokaklarda bütün gücüyle yaşayan geleneksel hayatı över, batılılaşma yüzünden bu "halis" kültür yok oluyor diye dertlenir, bu mahallelerin sunduğu "güzel" görüntülerin tadını çıkarır ve bu mahallelerde bir lonca ahlakı ve çalışma terbiyesiyle yaşayan "atalarımız, ecdadımız" düşüncesini icat edip kabul ettirmeye çalışırken; pera'da, yahya kemal'in "ezansız semtler" dediği ve tanpınar'ın nefrete yakın bir küçümseme ile bahsettiği, daha konforlu beyoğlu'nda yaşıyorlardı.