16.07.2008

flush

virginia woolf

gerçek filozof kürkünü kaybeden; ama pirelerinden kurtulandır.

insan neden yaşamı olduğu gibi kabul etmez de işin içine doğaüstü şeyler karıştırır ki? güneşte yatmak hoş değil midir? keyiften daha güzel ne vardır? gün ışığı kadar basit bir şeyi neden bir bilmeceye ya da bir drama dönüştürür bunlar?

hiçbir şey öyle basit değildir, işin içinde iş vardır. nefret nefret değildir; nefret aynı zamanda aşktır da.

bir zamanlar, berkshire kırlarında venüs'ün av borusu yabanıl müziğini çalmıştı; flush, mr. partridge'in köpeğini sevmişti; o da ona bir yavru doğurmuştu. şimdi aynı sesin floransa'nın dar sokakları boyunca çağırdığını duydu; ama bunca yıllık suskunluktan sonra daha buyurgan, daha acil bir tınıyla. flush insanoğullarının hiç tanıyamayacağı şeyi tanıyordu artık -katışıksız aşk, sadece ve sadece aşk, bütün bütüne aşk, utanç, pişmanlık tanımayan, bir gelen bir giden aşk, çiçeğe konan arının gelip gittiği gibi. çiçek bugün güldür, yarın zambak; bir kırların yabani devedikeni olur, bir limonlukların o meşum keseli orkidesi. flush geçeneğin orada öyle rastgele, öyle tasasız kucakladı ki aşağıdaki benekli spaniyeli de, alacalı köpeği de, sarı köpeği de -hangisi olursa, fark etmiyordu. flush için hepsi birdi. ne zaman çalarsa boru, rüzgar ona sesini ne zaman taşırsa peşinden gitti. aşk her şeydi, aşk yetiyordu. kaçamakları için kimse onu suçlamadı. flush gece geç ya da ertesi sabah döndüğünde, mr. browning ona gülmekle yetindi.

insanın burnu yoktur, desek yeridir. dünyanın büyük şairleri bir yanda gül koklamışlarsa, bir yanda da tezek koklamışlardır. arada uzayıp giden sonsuz koku derecelemeleri kaydedilmiş değildir. oysa flush'ın içinde yaşadığı büyük ölçüde bir kokular dünyasıydı. aşk özellikle kokuydu, biçim ve renk kokuydu; müzikle mimari, hukuk, politika ve bilim kokuydular. onun için din bile kokuydu. her gün yediği pirzola ya da bisküviyle yaşadığı serüvenlerin en basitini tasvir etmek bizi aşar.hele iş meşalelerin, defnenin, tütsünün, bayrakların, mumların ve kafuruda saklanmış bir saten ayakkabının topuğuyla ezdiği gül yapraklarından bir çelengin kokusuyla karışık spaniyel kokusunu tasvir etmeye gelince, belki ancak shakespeare, o da antonius ve kleopatra'yı yazarken şöyle bir ara verdiğinde.. ama shakespeare ara vermezdi. yetersizliğimizi itiraf edelim o halde ve yalnızca flush için italya'nın, yaşamının bu en dolu, en özgür, en mutlu yılarında sadece art arda kokulardan oluştuğunu dile getirmekle yetinelim. aşk, herhalde diyoruz, yavaş yavaş çekiciliğini kaybetmekteydi. koku kaldı.