vüs'at orhan bener
-turgut uyar'ın anısına-
yürüyen kaldırımda duruyorum. renk körlüğü mü başladı, okumuş muydum, uyduruyor muyum, köpekler siyah-beyaz görürmüş güya nesneleri; köpekleştim mi yoksa? kuşkuya düştüğümü şimdi düşünüyorum. her şey siyah-beyaz: kıpkırmızı olması gereken -neden?- bakara gülleri, yemyeşil olması gereken -niçin?- çimenler, bordo olması gereken -niye?- spor arabasından mutlu çift gülücüklerini sergileyen reklam panoları.. bilinmeze götürüldüklerinden habersiz görünen soyunuk, ne erkek ne dişi insanlar da duruyor, sırtları birbirine dönük, nereye baktıkları belli değil. gökyüzü kapkara. sağanak yağmur öncesi. ben giyiniğim; ama titriyorum. daha yürüyen yollara sıra gelmedi anlaşılan. çift katlı otobüslerden biri önümde yavaşladı. pencereleri tozlu. durdu galiba. o mu, kaldırım mı? hep aynı hizadayız. düz mantık gereği ne o ne kaldırım öyleyse. arka sıralardan bir pencerenin camı açık. bu 'ben' miyim? biri kürek kemiklerimin arasına sokulu anahtarı çevirmeye başladı, sol kolum -belki de sağ- kırık kırık kalkıyor. 'ben' de beni görmüş olmalı; başını çıkardı pencereden- dev balyozlar pamuk yığınlarına dalıp çıkıyor, çıt yok, dudaklarının kıpırdanışını izliyorum 'ben'in, "buluşalım" demeye mi getiriyor? sanırım. ama nasıl, nerede, kaç yüzyıl sonra? içimdeki gramofon -his master's voice- habire baştan çalıyor cızırtılı plağı: saçmalama. benimle mi ilgili bu uyarı? sinirlenmemeliyim; oysa unutmuş olmalıyım öfkeyi. 'ben' konuşmayı sürdürüyor gibi. sözcüklerin tek tek karşılıklarını bilmenin anlamsızlığını, birleştirildiklerinde bile anlam kazanmayabileceklerini anlamaktan uzağım. zorla belleğini, anımsa kendini! sabredin, buluşabilirsiniz. hiç de inandırıcı değil artık, umut yok. belki bir an duraklarsa itici güç, o andan yararlanabilirsek, yineleyebiliriz kesintiye uğrayan zamanı. zaman kesintiye uğramaz, yinelenmez.
o çok bilmişin duyamadığım sesi bilgisayar ekranına yansımaya başladı. birden duyumsadım, okuyabildiğim, anlayabildiğim şaşkınlığı, gülünç savı yansımış olmalı gözlerime. tansiyon ilacımı damlatmış mıydım? çoğun savsaklıyorum da. sorular, sözde yanıtlar sıralanıyordu ekranda; sormadığım halde. geç kaldın. yoksadığın zaman seninle oynar, sen onunla oynamayı başaramazsan. yenik düştüm öyleyse. yenik düşmeyi yeğlersen, yenilirsin. bilinç sana özgü. ilk vuran kazanır. kazanmak aklımdan geçmedi. yanıt aramadın. arayamadım, fırsat bulamadım, doğrulardan nefret ettim. yanlışları mı irdeledin sadece? belki. peki nedir sence yanlış? güçlü olduğu varsayılan zaman kavramından korkmak. onun için mi üstüne yürüdün? bilerek diyemem, genlerimin işi. beni neden suçluyorsun öyleyse? yalnız seni mi? suçlanabilecek her şeyi, özellikle siyah-beyazı, suçlamak sorgulamayı getirir ardından. tersi de düşünülebilir bence. aferin! o da olabilir. aklanmayı da beklemezsin.
boşaldı ekran. düz bir çizgi akıp gidiyordu. durmuş olmalıydı yüreğim. son bir çırpınışla ağzımı açtım, bağıramadım:
beklemedim. yenilmekten korkmadığımı sandım. yenildim.
hala yağmur yağacak.