enis batur
yazmak, okumak, okuyayazmak hâlâ yaralanmaya hazırlanmaktır.
bir gün, geniş kitlelere ulaşan zola, mallarme'ye "azizim" demiş, "aslına bakarsanız, bokla elmas arasında uzun uzadıya bir fark da yoktur." usulca, "öyle" demiş mallarme, "öyle de, biri öbüründen daha az çıkar."
ben, kültür dünyamızın ciddi açmazlarından biri sayıyorum ciddiyetten boğulma eğilimini. harfler bazen coşkulu, neşeli, matrak olmak da isterler.
claude levi-strauss: herkesin yazmayı bilmesi neredeyse doğal görünüyor günümüz insanına; ne var ki gelişkin toplumlarda bile yeni bir olgudur bu, kalıcı bir olgu olacağı da kesin değildir.
böyledir yazı: safkan yalnızlığından kendi küçük mahşerine uzanır.
milan kundera: kafa yorma, çözümleme olarak yazınsal eleştirinin, sözünü edeceği kitabı birkaç kez okumayı bilen yazınsal eleştirinin yokluğuna toslayan yazarın durumu kadar kötü bir şey yoktur. böyle bir kafa yorma söz konusu olmasaydı romanın tarihinde, bugün ne dostoyevski, ne joyce ne de proust hakkında bir şey bilebilirdik. o romanlar unutulurdu.
herkesin yazar olduğu bir dünyada "kim" okuyacak? kimsenin -herkes yazdığı için- ötekileri okumayacağı bir dünyada yazmanın anlamından ne ölçüde söz edilebilecektir?