rene descartes
bütün iyi kitapları okumak, onları yazmış olan geçmiş yüzyılların en kültürlü insanlarıyla bir konuşma gibidir; hatta, onların bize, fikirlerinin sadece en iyilerini gösterdikleri, üzerinde inceden inceye düşünülmüş bir konuşmadır bu.
çoğu zaman, ayrı ayrı ustaların elinden çıkmış, birçok parçadan kurulu eserlerde, bir ustanın tek başına meydana getirdiği eserlerdeki kadar mükemmellik yoktur.
sayelerinde hiç tedirgin olmaksızın boş vakitlerimden yararlanabildiğim kimselere, bana dünyanın en şerefli mevkilerini verecek kimselerden daha çok şükran borcu duyacağım.
derin düşüncelere filozofların yazılarından çok şairlerde rastlanması hayret uyandırabilir. bunun nedeni, şairlerin yazarken heyecanın ve hayal gücünün araçlarından yararlanmalarıdır. bizde bilimin tohumları vardır; tıpkı çakıl taşı içinde durur gibi dururlar; bu tohumları filozoflar aklın araçlarını kullanarak çıkarırlar; şairler ise onları hayal gücünün araçlarıyla fışkırtır; hatta kıvılcımlandırırlar.
sağlam zihinli olmak yetmez; asıl olan onu iyi kullanmaktır.
bildiğim az buçuk şeyi yazmaktansa bilgimi artırmaya çalışmaktan çok daha fazla zevk alıyorum. öğrenmiş olduğum az buçuk şeyi yazarak eğlenmektense, hayatımı yönetmek için bana gerekli olan şeyleri öğrenmeye daha çok özen gösteriyor ve bunun daha önemli olduğuna inanıyorum.
insanların beni düşündükleri zaman, zihinlerinde iyi bir fikir uyanmasından hoşlanmayacak kadar vahşi yaratılışlı bir insan değilim; ama beni hiç düşünmemelerini çok daha tercih ederdim. şöhretten korkum, ona olan arzumdan fazladır; çünkü onun, kendisine sahip olanların özgürlüğünü ve vaktini daima şu ya da bu şekilde azalttığı kanısındayım. oysa, bu iki şey benim en iyi sahip olduğum şeylerdir ve onlara öylesine değer veririm ki, yeryüzünde onları benden satın alabilecek kadar zengin bir hükümdar asla bulunamaz.
1650 yılı ocak ayında isveç kraliçesi christine, descartes'ı düzenli olarak her sabah saat beşte, kendisine felsefe dersi vermek üzere saraya getirtir. geç kalkmaya alışmış bir insan olarak descartes, isveç kışının ortasında böyle bir zahmete dayanamaz. pnömoniye (zatürree) yakalanır, 2 şubat'ta yatağa düşer ve 11 şubat'ta ölür.