özgürleşmeyi bilmek hiçbir şey değil; güç olan, özgür olmayı bilmektir.
hala çok zayıfım, güçlükle nefes alıyorum, her şey beni yoruyor, okumak bile.. zaten ne diye okuyayım? var olmak yeterince meşgul ediyor beni.
"şimdi sen kendine bağımlısın ve istediğin yere gidersin; fakat yaşlanınca ellerini açacaksın." (isa'nın pierre'e söylediği söz)
her şey beni şaşkınlığa düşüren bir şeyi öğretiyordu bana, değişmiş olduğumu.
ölmekte olduğunu sanan birisi için, uzun süren bir iyileşme döneminden daha acınacak bir şey yoktur. ölümün kanadının dokunuşundan sonra, önemli görünen bir şey önemli değildir artık. başka şeyler önemli olur, önceleri önemli görünmeyen ya da var oldukları bile bilinmeyen şeyler. edinilmiş bütün bilgilerin zihnimiz üzerindeki birikimi allık gibi pul pul dökülür ve o zaman yer yer tenin kendisi, gizlenen gerçek varlık ortaya çıkar bütün çıplaklığıyla.
sağlıklı olmak ya da zayıf olmak, hiç fark etmez, varlık sahip olduğu güçlere göre kendini oluşturur; fakat bu güçler artınca, daha fazla şeye olanak tanıyınca ve..
anılar ya da pişmanlıklar, umut ya da istek, gelecek ve geçmiş suskunluk içindeydi; bu anın getirip götürdüklerinden başka bir şey değildi yaşam. ey bedensel sevinç! diye haykırdım, kaslarımın güvenli ritmi! sağlık!
kanımca, aşkın tek ve eşsiz bir noktası vardır ve daha sonraları ruh, ah! boşu boşuna aşmaya uğraşır onu; mutluluğunu diriltmek için harcadığı çaba tüketir kendisini; mutluluğun anısı kadar mutluluğu engelleyen başka bir şey yoktur. ne yazık! o geceyi hala anımsıyorum.
insanların en güzel yapıtları inadına acı vericidir.
ne olacak bu mutluluğun öyküsü? mutluluğu hazırlayan, sonra da onu yıkan hiçbir şey anlatılamaz. ve ben mutluluğu hazırlayan her şeyi söyledim şimdi size.
hiçbir zaman ağzı iyi laf yapan birisi olmadım. salonların anlamsızlığı, havası bir türlü hoşlanamadığım şeylerdir; oysa bazılarına sık sık giderdim bir zamanlar; ama şimdi o günler ne kadar uzak! ne oldu o zamandan beri? başkalarının yanında donuk, kederli, kızgın, aynı zamanda hem sıkıcı hem sıkılgan buluyordum kendimi..
yeniden dirilmenin sırrı, diye düşünüyordum; çünkü başkalarının yanında yabancı kalıyordum, tıpkı ölüler arasından kopup gelen birisi gibi. ilk önceleri, kendimde acı dolu bir şaşkınlık duyumsadım yalnızca. ama kısa bir süre sonra yepyeni bir duygu beliriverdi. bana övgüler yağmasına neden olan çalışmalarımın yayımlanması sırasında bile hiç gurur duymamış olduğumu söyleyebilirim. şimdi bu duygu gurur muydu acaba? belki de, fakat hiçbir kendini beğenmişlik ögesi katılmış değildi buna. bu, ilk defa olarak öz değerinin bilincine varmaktı. beni diğerlerinden ayıran, farklı kılandı önemli olan, benden başka kimsenin söylemediği, söyleyemediği ve benim söyleyeceğim şeydi bu.
içki içmemeyi daha güçlü bir sarhoşluk olarak görüyorum.
yalnızca bana açılan sırlar bakımından ağzım sıkıdır, kendi başıma öğrendiğim şeyler içinse, itiraf etmeliyim ki, merakımın sınırı yoktur.
burada hiçbir şe bana ait değil; hatta özellikle yattığım yatak bile. rahattan nefret ederim. mülkiyet rahata teşvik eder ve insan güvenlik içinde uykuya dalar. uyanık yaşadığımı ileri sürecek kadar yaşamayı çok seviyorum ve kendi zenginliklerim içinde, yaşamı coşturmamı ya da en azından kamçılamamı sağlayan bu eğreti durum duygusunu sürdürüyorum böylece. tehlikeyi sevdiğimi söyleyemem; fakat rastlantılara bağlı yaşamı seviyorum. bu yaşamın beni, bütün cesaretimi, bütün mutluluğumu ve bütün sağlığımı her an ortaya koymaya zorlamasını istiyorum.
bir savı doğrulayarak savunanlardan kaçı, güçlerini, her şeyi sonuna kadar açıklamadan anlaşılmamalarına borçludurlar ki! kendi hesabıma ben, itiraf etmeliyim ki doğal doğrulama gereksinimine olası bir biçimde karışan inatçılığın buradaki payını ayırt edemem. söyleyeceğim yeni şey bana o kadar acele söylenmesi gerekirmiş gibi görünüyordu ki, onu söylemekte ve özellikle anlatmakta çok güçlük çekiyordum.
ménalque'ın yaşamı, en küçük bir hareketi, benim dersimden bin kez daha anlamlı değil miydi? ah! eski büyük filozofların hemen hemen tümüyle ahlaksal olan öğretilerinin sözleri kadar, hatta sözlerden daha fazla birer canlı örnek oluşturduklarını işte o zaman anladım.
kişinin kendisinde duyumsadığı farklılık, kesinlikle ender olarak sahip olunan şeydir, her kişiye değerini veren şeydir ve işte ortadan kaldırılmaya çalışılan şey de budur. herkes öykünüyor. ve herkes yaşamı sevdiğini ileri sürüyor.
ilke sahibi bütün insanlardan nefret ediyorum. onlar, bu yeryüzünde en tiksindirici olanlardır. ne türden olursa olsun hiçbir açıkyüreklilik beklenemez onlardan; çünkü ilkelerinin yapmalarını buyurduğu şeyi yaparlar ancak, yoksa yaptıklarının kötü yapılmış olduğunu kabul ederler.
her insan binlerce yaşam biçiminden ancak birini tanıyabilir. başkalarının mutluluğuna imrenmek deliliktir; çünkü bunu nasıl kullanacağımızı bilemeyiz. mutluluk hazır değil, ısmarlamadır.
günümüzde, şiirin, özellikle de felsefenin ne yüzünden birer ölü yazın haline geldiklerini biliyor musunuz? çünkü yaşamdan ayrılmıştır onlar. yunanistan, doğrudan doğruya yaşamı idealize ediyordu; öyle ki, sanatçının yaşamının kendisi bile şiirin bir gerçekleşmesiydi. filozofun yaşamı ise felsefenin eyleme dönüştürülmesiydi. ayrıca yaşama karışmış olan bu iki yazının birbirini tanımamazlıktan gelecekleri yerde, felsefenin şiiri beslemesi, şiirin ise felsefeyi dile getirişi hayran kalınacak bir inandırıştı. oysa bugün güzellik etkin değil. eylem güzel olma kaygısı taşımıyor ve bilgelik de başka yerlerde etkisini gösteriyor.
- neden, bilgeliğinizi yaşayan siz, anılarınızı yazmıyorsunuz?
- çünkü anımsamak istemiyorum. bunu yaparsam, geleceğin gelmesini engellediğimi ve geçmişi ayaklar altına aldığımı sanacağım. dünü bütünüyle unutarak her saatin yeniliğini yaratıyorum. mutlu olmuş olmak bana yetmiyor kesinlikle. ölmüş şeylere inanmam ve artık olmamayı hiç olmamış olmak ile bir tutarım.
zavallı beyinlerimiz anıları mumyalamayı becerebilseydi keşke! fakat çok zor anıları korumak; en zarif olanlarının işi boşalır, en şehvetli olanlar ise çürüyüp gider, ardından gelen en hoş olanlar en tehlikelileridir. şimdi pişmanlık duyulan şey, en hoş olandı bir zaman.
yerinmeler, acınmalar, pişmanlıklar, arkadan bakınca geçmişin sevinçleridir. geriye bakmayı sevmem ve geçmişimi uzaklarda bırakırım, tıpkı bir kuşun uçmak için gölgesini terk etmesi gibi. her sevinç bizi bekler hep; fakat her zaman yatağı boş bulmak, yalnız olmak ve kendisine bir dul gibi gelinmesini ister. her sevinç, günden güne bozulan çölün kudret helvasına benzer. platon'un anlattığı, hiçbir tasın içinde alıkonulamayan ameles kaynağının suyunu andırır. her an, getirdiği her şeyi alıp götürür.
onu bir daha iyileşmiş göremeyeceğimi düşünüyordum. hastalık marceline'e işlemiş, böylece içine yerleşip onu damgalamış ve lekelemişti. yıpranmış bir şeydi artık o.
bir kapıdan giriyormuşçasına gecenin içine dalıyordu.
insanın sahip olduğu şeylere karşı görevleri vardır. bu görevleri ciddiye almak ve onlarla oynamaktan vazgeçmek gerekir. yoksa insan sahip olmayı hak etmiyor demektir.
dürüst insanlardan iğreniyorum. onlardan korkacak bir şeyim olmadığı gibi öğreneceğim bir şey de yok. ve zaten onların da söyleyecekleri hiçbir şey yok. dürüst isviçre halkı! sağlıklı olmak onun hiçbir işine yaramıyor. cinayetsiz, tarihsiz, edebiyatsız, sanatsız, güçlü bir gül fidanı, dikensiz, çiçeksiz..
insanın yoksulluğu bir köleliktir, karnını doyurmak için zevk almadığı bir işi kabul eder o. neşeli olmayan her iş acınası bir şeydir.
onsuz hiçbir yeniliğin, hiçbir erdemsizliğin, hiçbir sanatın gelişemeyeceği bu dinlenmeyi her biri için düşlüyordum.
her şey insanın içindedir.
sanat yapıtlarının dinlencede olduğu ülke.
güzelliği ancak bir nesnede kopya edilmiş ve tümüyle yorumlanmış olduğu zaman tanıyabilen kişilerden tiksinirim.
arap halkının, sanatını görmesi, şarkıya dökmesi ve gün be gün hovardaca kullanması gibi harika bir yanı vardır. sanatını asla tespit edip dondurmaz ve onu hiçbir yapıtta mumyalamaz. bu, büyük sanatçıların olmayışının hem nedeni hem de sonucudur. ben, büyük sanatçıların, en doğal şeylere güzellik hakkını vermeye cesaret edip, sonra da onları görenlere "bunun güzel olduğunu nasıl olmuş da bu zamana kadar anlamamışım.." dedirten insanlar olduğuna inandım hep.
anılar mutsuzluğun icat ettiği şeylerdir.
hiçbir şey, düşünceyi, gökyüzü maviliğinin bu sürekliliği kadar bezginliğe sürükleyemez. burada, şehvet arzuyu öylesine yakından izliyor ki, her türlü araştırma olanaksız oluyor. görkem ve ölümle çevrili olarak, mutluluğu çok fazla elimin altında ve insanın kendini mutluluğa bırakışını ise çok fazla tekdüze buluyorum. gündüzlerin sıkıcı uzunluğunu ve dayanılmaz boşluğunu aldatmak için öğlenleri yatıp uyuyorum.