güven turan
picus dergisinin eylül sayısında, hamdi koç'la yapılmış bir röportaj var. çoksatar ve pek tutmuş yazarlar arasında artık hamdi koç. onun için de söylediklerinin geniş bir okuyucu bulması kaçınılmaz. konuşmanın cilt cilt ingilizce kitaplar önünde yapılıyor olması da ona bir otorite havası katıyor doğal olarak. ne var ki, lafının endazesi şaşık hamdi koç'un. bir yerde, tutup şöyle diyor:
"sevdiğim kadın yazarlar var, az da olsa, mesela jane austen, mesela georg eliot. bir miktar da virginia woolf'u severim. ama öyle ölüp bittiğim bir kadın yazar da yok. yani jane austen'i severim ama jane austen'sız yaşayabilirim. hadi genelleme yapalım, rahatlayalım: kadın yazarlar olmadan da yaşayabilirim."
ilk tepkim, hemen aklımdan geçmeye başlayan elisabeth bowen, katherine anne porter, isak dinesen, flannery o'connor, ingeborg bachmann, carson mccullers gibi isimlere dur deyip "sen buna yaşamak mı dersin, ilahi hamdi koç" oldu ya, bırakalım bunu bir yana. hatta, ayılıp bayıldığını söylediği henry james'in en beğendiği yanının "adamın" (bu kullanım onun) "nezle bile olmamış"lığı olduğuna göre, çok da ciddiye alınmamalı kadın yazarlar üstüne söyledikleri. ne var ki, koca koca kitapların otoriterliği önünde söylenmiş bu sözler yanıltabilir okurları. hamdi koç hep yabancı yazarlardan örnek verdiğine göre, ben de o alanda kalayım hatta, joyce'u elinden bırakamadığına göre sadece modernist edebiyat üzerinde durayım.
sevmek/sevmemek gibi hiçbir eleştirel değer taşımayan; hatta edebi değer ölçüsü olmayan yaklaşımlar bir yana bırakılırsa, modernist edebiyatın temelinde bir kadın yazar yer almaktadır: gertrude stein. stein'la karşılaşana kadar örneğin apollinaire sembolistlerin çizgisinde sıradan bir şairdir. onu ve max jacob'u ve dolayısıyla bütün bir gerçeküstücü hareketi tetikleyen stein olmuştur. dublinliler'in joyce'u stein'in tender button'daki (1914) metinleri ardından ulysses'in (1922) joyce'una dönüşmüştür. aynı şey ezra pound için de geçerlidir. onun şiirindeki h.d. (hilda doolittle) öncesi ve sonrası arasındaki fark, 19. yüzyıl şiiriyle 20. yüzyıl şiiri arasındaki farktır. joyce ve woolf elbette karşılaştırılamazlar; ama bütünüyle eleştirel ölçütler içinde ele alındıklarında, joyce modernist yaklaşımın göz boyayıcılığı bir yana, bir hayli savruk bir dille yazar. ulysses'in kurgusu da modernizm için bile bir hayli dağınıktır. sadece modernist edebiyatın başlangıcıyla bitmiyor mesele. her şey bir yana tarihsel roman kavramını baştan sona değiştiren; hatta terime yeni bir tanım yapmaya zorlayan marguerite yourcenar'ın adını anmamak bile hiç cinsiyetçi bir yaklaşım içinde olmasa da "doğru dürüst bir kadın yazar yok" savına isyan ettirir insanı.