31.12.2008

uzun lafın kısası

spinoza:
 üzülme, öfkelenme; sadece anla!

alain de botton: gerçek saygınlık çoğunluğun iradesinden değil, sağlam bir akılyürütmeden kaynaklanır.

johannes mario simmel: sefalet, umutsuzları eninde sonunda müthiş kötülüklere iten bir şeydir. sefalet, bütün kötülüklerin kaynağıdır.

chamfort: kolay şey değildir mutluluk; kendimizde bulmak zor, başka yerde bulmak imkansızdır.

georges bataille: özgürlük, her kavrayışın parçalandığı sınırların ucunda yaşama özgürlüğü değilse hiçbir şeydir.

mark twain: açlıktan ölmek üzere bir köpeği alır da bakar diriltirseniz sizi ısırmaz. köpek ile insan arasındaki temel ayrım da budur.

noam chomsky: birileri azıcık sistemin dışına çıktığında hemen kutularına geri konulur; çünkü birer hizmetçidirler. gerçek iktidar başka bir yerdedir.

juvenalis: insanların kasasında ne kadar para varsa, uyandırdıkları güven de o kadardır.

ray bradbury: iyi yazarlar yaşama sık sık dokunurlar. ortalama yazarlar üstüne hafifçe dokunup geçerler. kötü olanlar ona tecavüz edip leşini sineklere bırakır.

leyla erbil: yaralı doğar bütün insanlar; anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce.

victor hugo: bir çocuğun hakkı, insan olmaktır. insanı insan yapan ışıktır, aydınlanmayı sağlayan eğitimdir.

j.d. salinger: bir zen budizm ustasına sormuşlar vaktiyle, bu dünyada en değerli şey nedir diye. usta, ölmüş bir kedidir demiş; çünkü kimse ona bir fiyat biçemezmiş.

30.12.2008

yetimler ağıdı

"hrant dink'in anısına, 
73 şair tarafından söylenmiştir."



bunu sana nasıl söylerim
hata benim günah benim suç benim

dünyalar içinde dünyalar sevgilim
ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan

bir travmam var kenarı hareli
yine hareli geçti yine zulüm beni

meydan başaklarım kanıyor
uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
dayamış gagasını yavrusununkine

eyvah ki hrant, bir vakitte
göğerçinleri yemlemişti, seninki

kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini

toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
sınırlar biraz daha kırmızı

bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
bir bayraktın düştüğün yerde patikalar'ın açtığı
bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı

bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı

yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
sular sınırları pasaportsuz geçer
asıl azınlık yerkürenin kendisidir
tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde

çan ve ezan arasına gerili mahyada
acıyı dengeler yazı: ah-ya

orda hrant, başı dumanlı ararat'ta
ırağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
yine de her damlada ürperir yaşlı ararat

ne değişir hayatla karşılaşsan
hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa

gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
içerdeydi ve sözcükler ki onlardı ve öldüren idi
ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
yaslandığım duvarın uğultusuydun
beni sessizlikle açıklayan

hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh
içini delmiş kuzeyli bir rüzgarın
erguvan kalbine kuzu'layan bir güvercin
beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe

ağarmış bir gül var yakamda
içimizdeki bahçelerden goncası

bir yağmur kenti ne kadar ıslatır
- kanın insanı ıslattığı kadar ancak
neden ayakta ölür aylar
- kim bilir

ölümün yüzüne gülüyorsun
bedenin kurşun geçirse de

kanamasın yaprakları güllerin
üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat'ın
beyaz bere bile ağlar çamurun işine

iki damla gözyaşı düştü vurulunca sen
pülümür'ün yaşsız kadınının gözlerinden

oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
ölümsüzlük denizine sabaha karşı

fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin
ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git
ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink'i de

zehrini yağmalar karanlık
sis peçesine çakılı çöller

affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle

bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
ikinci emre kadar dökmek zehirli
kanı

ne cehennemi ne cenneti
gurbeti de sılası da içindedir insanın
ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
şimdi işgal altında

son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak

ah ile eyvah ile geçiyor zaman
dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
vart'a gül demişler, ağlayan kim
iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim

bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi

artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
onlara kanınla, terin karıştı
yüreğindeki tohumlar
rüzgarlı sözcüklerle girecek türkülere

kırık bir zamanda uçan güvercin
üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını

sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri

günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde

göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi

kuşların sabahından geçelim hrant
çiçek tozları havalansın göklerimizden

zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak

ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
güvercin, toprağın düşüne kanat

kimi ölülerin ayakkabısı delik
ve sakalları saklanmış ertesi güne
kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
çorabını dikerler suç kime

ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
ölümsüzlüğün resmini
çocuksu, muzip, yakışıklı
yüzün ki

canlar içinde bir can
kanlar içinde altı milyar insan
ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu
böylelikle
küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu

dilini susarken anlıyordum, konuşurken
birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken

çatılara konan kırmızı
güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
bir elim ötekini tutmasaydı

o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından

şimdi kim
bu uzak diyen
diyen bu yalan
bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
şu kurşun dökülmüş zaman
bir ölüm şiirine eklensin diye
gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi

kaç bin kerre öldük seni
seni öyle sevdik, bağışla bizi

bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
yürüyecek. anı: hiçbir şey kalmadığında
su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
masum yüzünün görüntüsüdür dağılan

kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
usanmış acısını sokakta gezdirmekten

şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz
bir nar ki kırılınca hikayemiz olacak
hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
hrant'tan sonra kokmasın bari ülkemiz

aslında ne türk'üz, ne kürd'üz, ne ermeni'yiz
öyle bir "baba"mız var ki hrant, hepimiz yetimiz

katkıda bulunanlar:
a.hicri izgören, adnan satıcı, ahmet ada, ahmet günbaş, ahmet telli, ahmet uysal, akif kurtuluş, altay öktem, altay ömer erdoğan, arif damar, asuman susam, ataman avdan, aydın şimşek, betül tarıman, bilsen başaran, bülent güldal, celal soycan, cezmi ersöz, cihan oğuz, dinçer sezgin, enver ercan, fadıl öztürk, fergun özelli, fuat çiftçi, gonca özmen, gülten akın, gültekin emre, halim şafak, halim yazıcı, haydar ergülen, hayri k. yetik, hüseyin peker, hüseyin yurttaş, ilhan tülman, ilker işgören, i.mert başat, kadir aydemir, k. iskender, mahmut temizyürek, mavisel yener, mehmet atilla, mehmet can doğan, m. mahzun doğan, m. mazhar alphan, m. sadık kırımlı, mehmet sarsmaz, mehmet mümtaz tuzcu, metin cengiz, metin kaygalak, mustafa özturanlı, muzaffer kale, namık kuyumcu, nesimi aday, nevzat çelik, oğuztümbaş, olcay özmen, onur akyıl, orhan alkaya, özkan satılmış, özlem sezer, pelin batu, rahmi emeç, salih bolat, sedat şanver, selim temo, sennur sezer, sina akyol, tarık günersel, tuğrul keskin, turgay gönenç, veysel çolak, yunus koray, yücelay sal, zeynep uzunbay

28.12.2008

uçurum

cesare pavese

her hayat, olması gerektiği gibidir.

en yetkin davranış tam bir kayıtsızlıktan doğar.

her sabah, kendimizin nemli, sıcak bir kalıbı gibi, bir gök cismi gibi, yorgunluğumuzu bırakırız yatağımızda.

herkes ne derse desin, yüksek tabakaların titiz ve biçimsel davranışları küçük burjuvaların şapşal rahatlıklarından iyidir. bunalım anlarında yüksek tabakadan bir insan ne yapacağını bilir; küçük burjuva ise düpedüz hayvanlaşır.

kapitalizm oldukça faşistler de olacaktır.

okurken aradığımız yeni düşünceler değil, kendi düşüncelerimizin basılı sayfada doğrulandığını görmektir.

uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.

vicdanlı sanatçı dışında her şey çamurdur.

babalar ve oğullar

turgenyev

insan her şeyi anlamaya yeteneklidir. evreni dolduran esirin titreşimini de, güneşte olup bitenleri de; ama başka birinin, burnunu neden kendi gibi değil de başka türlü sildiğini.. işte onu anlayamaz.

ölüm eski bir şakadır; ama herkese yeni görünür.

hastalıkların nedenlerini aşağı yukarı biliyoruz; ruhsal hastalıklar da yanlış eğitimden, insanların kafalarına çocukluktan beri sokulan saçmalıklardan ileri geliyor, kısacası toplumun bozuk düzeninden. toplumu düzeltelim, bu hastalıklar ortadan kalkar.. doğru kurulmuş bir toplumda insan, budala ya da akıllı, iyi ya da kötü olmuş, hiçbir önemi kalmayacak.

sövüp saymak için bile olsa, insanın başkalarına ihtiyacı vardır.

tek tek insanları anlamak için zahmete girmeye değmez. bütün insanlar özdeştir, bedence olduğu gibi ruhça da. tümümüzün bir beyni, dalağı, yüreği ve ciğerleri var, bunlar özdeş yapıdadır. moral denilen şeyler de özdeştir hepimizde.. ufak tefek değişiklikler önemli değildir. bir tek insanı ele almak, bütün ötekileri tanımak için yeter. insanlar ormandaki ağaçlar gibidir: hiçbir bitkibilimci, tek tek bütün meşe ağaçlarını incelemeye kalkmaz.

dünyada çocuğunu kucağına almış bir anneden daha etkileyici bir şey var mıdır?

dünyada en iyisi sessizce yaşamaktır.

nihilist hiçbir prensibi eleştirmeden benimsemeyen adam demektir, o prensip ne denli saygı gören bir prensip olursa olsun.

doğa bir tapınak değildir, bir işyeridir ve insanlar orda çalışan işçilerdir.

zaman kimi kez bir kuş gibi uçar, kimi de bir sümüklüböcek gibi ağır ağır geçer; ama insan zamanın yavaş mı, hızlı mı geçtiğini fark etmiyorsa, mutludur çok.

"mutluluk bizim bulunmadığımız yerdedir."

iki genç arasında bir süreden beri, yapmacık bir ilgisizlikle karışık bir şakalaşma alışkanlık olmuştu; bu ise gizli bir hoşnutsuzluğun ve açığa vurulmayan kuşkuların şaşmaz belirtisidir her zaman.

iyi bir kimyacı yirmi kez daha yararlıdır bir ozandan.

bir resim, kitabın on sayfasını alan bir tanımı, bir bakışta gösterir bana.

herkes pamuk ipliğine bağlı, her an ayaklarımızın altında bir uçurum açılabilir; ama gene de hayatı allak bullak eden belaları başımıza açmak için yolumuzdan bir an bile dönmeyiz.

insan öyle kurmalı ki yaşamını, her anı önemli olsun.

gerçeği anlamak, imparatorlar için olduğu gibi, zengin kimseler için de güçtür.

onunla en basit konular üzerinde dururken -şakalaşırken bile- sıkıldığını, hafif bir korku duyduğunu anlıyordu. denizde, gemideki insanlar da ayakları karadaymışçasına, üzüntüsüz konuşup gülüşürler; ama en küçük bir aksama, beklenmedik, hafif bir belirti olsun, o anda bütün yüzlerde bir kaygı, var olan tehlikenin var olan bilincini sarsan bir telaş belirir.

ya allah

sadık hidayet

adamın biri şehir müftüsüne gider: "efendim, işlerim kesat gidiyor; ne yapayım?" diye sorar. o da "her gün namazdan sonra 'ya allah' de" der. adamın işi kötüleşir. yine çıkar müftünün huzuruna. "her namazdan sonra iki kez 'ya allah' de" öğüdünü alır. bu rakam günde kırka kadar ulaşır. sonunda adam iyice bunalır. gider müftüye. "alay ettin benimle. ne kadar "ya allah" dersem diyeyim, hiç faydası olmuyor." müftü "yarın sabah şehir kapısından çık. ilk gördüğünün yakasına sarıl; para vermedikçe yakasını bırakma." der.

adam ertesi sabah erkenden şehir kapısından çıkar. uzaktan çam yarması, çirkin, kılıksız bir arabın geldiğini görür. yaklaşıp selam verir. arap onu bir mağaraya götürür. orada zincire vurulmuş iki adamla ötede beride insan kemikleri görür. arabın yamyam olduğunu anlayınca kaçmaya yeltenir. arap onu bileğinden yakalar. o zaman "ya allah" diye haykırır ve haykırmasıyla arabın çatlaması bir olur. adam zincire bağlı olan iki kişiyi çözer, ölülerden kalan ne kadar para ve mücevher varsa alıp giderler. çünkü bu defa adam yüreğinden gelen sesle "ya allah" demiştir.

26.12.2008

hayat

victor hugo

içmek istiyorum. hayatı unutmak istiyorum. hayat bilmem kimin iğrenç bir icadıdır. süresi hiçtir, değeri hiçtir. herkes yaşayacağım diye boynunu kırar. hayat bir dekordan ibarettir ve gerçek yanı da azdır. mutluluk, yalnız bir yanı beyaz eski bir çerçevedir. vaiz ne diyor: her şey boş. ben de belki hiç yaşamamış olan bu adamcağız gibi düşünüyorum: sıfır, anadan doğma dolaşmak istemediği için, boş gururla giyinmiştir.

ey boş gurur! her şeyin tumturaklı sözlerle süslenip onarılması! mutfak bir laboratuvardır, dansçı bir profesördür, ip cambazı bir beden eğitimcisidir, boksör bir yumruk ustasıdır, eczacı bir kimyagerdir, perukacı bir artisttir, harç kararı işçi mimardır, jokey bir sportmendir, tespih böceği bir pterobranchiadır. boş gururun bir tersi bir de yüzü vardır; yüzü hayvandır, incik boncuklarıyla bir zencidir; tersi ahmaktır, eski püskü elbisesiyle bir filozoftur. birine ağlarım, öbürüne gülerim.

namus ve haysiyet genellikle altın taklidi sahte şeylerdir. krallar insan gururunu oyuncak yaparlar. caligula bir atı konsül yapmış, 2. charles bir sığır filetosuna şövalye payesi vermişti. hadi bakalım şimdi konsül incitatus ile baron roastbeef arasında böbürlenin böbürlenebildiğiniz kadar. insanların öz değerlerine gelince, o da daha çok saygıya değer değildir. komşunun komşusuna övgüsünü bir dinleyin hele. beyaz beyaza karşı bir canavardır. zambak konuşabilseydi, güvercine öyle bir giydirirdi ki! bir sofu kadını çekiştiren bir yobaz kadın bir engerekten, bir mavi bungarustan daha zehirlidir.

küçük mücadeleler içinde de birçok büyük iş yapılır. zorunlulukların ve utançların kaçınılmaz saldırısına karşı kendisini karanlıkta adım adım savunan nice sebatkar, meçhul kahraman vardır. hiçbir gözün görmediği, hiçbir şöhretin ödüllendirmediği, hiçbir mızıkanın selamlamadığı, sır olarak kalan asil zaferler vardır.

25.12.2008

dörtlükler


hiçbir konuda boşboğazlığı benimseme
sorulmadan bir şey söyleme elaleme
çifte kulağa karşın tek ağız verilmiş
"iki dinle, bir söyle" denilmiş ademe

gizini öğrenen, yoluna düşen erler
özlerini dar görüşlülerden gizlerler
aklın almadığı şey kim tanrı'yı tanır
inanç sahibi olmuşsa "kafirdir" derler

mal mülk ne? sıkma canını elden kaçanla
karşılaştın mı sonsuza dek yaşayanla
iki soluk şu yaşam, bedende eğreti
eğreti geçinmeli, eğreti olanla

saygın olur başkasına saygılı olan
sayılmaz herkesin arkasından konuşan
çekiştirme hiç kimseyi, ister müslüman
ister yahudi olsun, ister hristiyan
(baba afdal kaşi)

günaha batsam da gönül affını umarız
nasıl olsa senin lütfun elimden tutar
"düşkünlük gününde el uzatırım" dedin
düştüğümden daha derin bir çukur mu var
(şeyh seyfüddin bahırzi)

şarabı içen, sakın sarhoşluk etmeye
şaraptan başka şeye el uzatmak niye
bilir misin niçin taparım ben şaraba
senin gibi, kendime tapmayayım diye
(kemal isfahani/enveri)

oruç tutayım, namaz kılayım sevapla
diye niyet etmiştim, sağlam bir hesapla
yele gitti tüm abdest, yellenince biraz
oruç bozuldu yarım yudumcuk şarapla
(ubeyd-i zakani)

24.12.2008

bülbülü öldürmek

harper lee

ön sözler kitaptan zevk almayı engeller, beklentinin heyecanını öldürür, insanı hayal kırıklığına uğratır. ön sözlerin tek iyi yanı, bazı durumlarda ilacın alınmasını geciktirmeleridir.

olayları onun gözüyle görmedikçe, arada bir onun ayakkabılarını giyip dolaşmadıkça, bir insanı asla gerçekten anlayamazsın.

dünyada bazı adamlar vardır. öteki dünyayla çok meşgul oldukları için bu dünyada yaşamayı asla öğrenemezler ve sokağın karşısına bakıp bunun sonuçlarını görebilirsin.

her zaman daha küçük bir ev istemişimdir. daha büyük bir bahçem olsun diye.

bir avın peşinde koşarken yapılacak en iyi şey, avı kendi haline bırakmaktır. hiçbir şey söylemeyince mutlaka meraklanır ve ortaya çıkar.

arka bahçede tenekeleri vurmanı tercih ederim. ama kuşların peşine düşeceğini biliyorum. istediğin kadar gökçekuş vur, eğer vurabilirsen; ama sakın unutma, bülbül öldürmek günahtır.

çoğunluk kuralına uymayan yegane şey insanın vicdanıdır.

cesaret, yenileceğini bildiğin halde mücadeleye başlamaktır. başladıktan sonra da yenilmiş olmanın pek de önemli olmadığını anlarsın. insan nadiren kazanır; ama kazandığı da olur.

insanlar etraflarında kendilerinden çok şey bilen birilerinin olmasından hoşlanmazlar. bu onları kızdırır. sen konuşuyorsun diye de değişmezler. kendilerinin istemesi gerekir bunu ve öğrenmek istemedikleri zaman çeneni tutmaktan ya da onlar gibi konuşmaktan başka bir şey gelmez elinden.

kibirli olanlar karanlıkta kaybolacaklardır.

mutlu bir yürek neşeyle bağışlanır.

palyaçolar üzgündür, onlara bakıp gülen diğerleridir.

insan silahla dolaşınca birilerini kendisine ateş etmeye davet etmiş olur.

sonuçta insanların garip olduğuna, onlara aldırmamaya ve mecbur kalmadıkça asla hiçbirini düşünmemeye karar vermiştim.

selam vermeden önce çekip vurmak gereken türde insanlar vardır. o zaman bile harcanan kurşuna değmezler. ewell de onlardan biriydi.

okyanus

erol çankaya


puşkin, hallac-ı mansur, ameriko vespuçi
ne diyorduk, mutluluk biraz da cesaret ister
balığa çıksan sandalsız dönmeyi göze alacaksın
elmas yontmaya kalksan taşın dağılması da var
çünkü mutluluk biraz da cesaret ister
nice keşşaf saklıyor okyanuslar bağrında

23.12.2008

cesur yeni dünya

aldous huxley

tarihi gerçeklerin çoğu can sıkıcıdır.

dünya babalarla doluydu -o yüzden de mutsuzlukla doluydu; dünya annelerle doluydu -yani sadizmden namusa kadar uzanan bin bir türlü sapıklıkla doluydu; erkek ve kız kardeşlerle, amcalarla ve halalarla doluydu -yani delilik ve intiharla doluydu.

hep düşünüyorum da insan, annesiz olmakla bir şeyleri kaçırmış olabilir.

baskılanan dürtü taşar ve oluşan sel, duygulardır, ihtiras selidir ve bu sel deliliğe dahi dönüşür; akıntının gücüne, setin yüksekliğine ve karşı koyma gücüne bağlıdır. önüne set çekilmeyen akıntı, belirlenmiş kanallardan geçerek sakin ve keyifli bir varoluşa akar.

hiç, içinde dışarı çıkmak için bir şans verilmesini bekleyen bir şey varmış gibi hissettin mi kendini?

sözcüklerin iyi olması yetmiyor; onları iyi bir amaç uğruna kullanmak gerekiyor.

ıstırap karşılığında kazanılan şeylerle kıyaslandığında, şu andaki mutluluk çok sefil kalır. ve tabii ki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelenin ihtişamlarından hiçbiri yoktur. günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne altüst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. mutluluğun yüce bir yanı yoktur.

bir dostun temel işlevlerinden biri, vermek istediğimiz; ama düşmanlarımıza uygulayamadığımız cezaları -daha yumuşak ve sembolik bir biçimde- çekmektir.

düzenin her türlüsü kaostan yeğdir.

optimum toplum, buz dağı örneğine göre kurulur; dokuzda sekizi su seviyesinin altında, dokuzda biri üstünde.

değişmek istemiyoruz. her değişim, istikrar için bir tehdit unsurudur.

eğer farklıysan yalnızlığa mahkum oluyorsun.

bugün alabileceğin keyfi asla yarına erteleme.

çelik olmadan araba yaratamazsınız; aynı şekilde sosyal çalkantı olmadan da trajedi yaratamazsınız.

zamanında alınmış bir gram, dokuzundan tasarruftur.

insan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu!

altındağ

orhan veli kanık


biri bir koca görür rüyasında
yüz lira maaşlı kibar bir adam
evlenir, şehre taşınırlar
mektuplar gelir adreslerine
şen yuva apartmanı, bodrum katı
kutu gibi bir dairede otururlar
ne çamaşıra gidilir artık ne cam silmeye
bulaşıksa kendi bulaşıkları
çocukları olur, nur topu gibi
elden düşme bir araba satın alınır
kızılay bahçesi'ne gidilir sabahları
kumda oynasın diye küçük yılmaz
kibar çocukları gibi

lağımcının hamam rüyasıdır
rüyaların en güzeli
uzanır yatar göbek taşına
tellaklar gelip dizilir yanıbaşına
biri su döker
biri sabunlar
elinde kese sıra bekler biri
yeni müşteriler girerken içeri
lağımcı
pamuklar gibi çıkar dışarı

22.12.2008

pornografi üzerine

boris vian

erotik edebiyat yalnızca erotizm düşkününün zihnindedir.

yazarın okuru etkilemesini sağlayan yargı güçlerinin en etkili olanlarından biri de hiç kuşkusuz okura fizik düzlemde bir duygu yaşatmaktır. çünkü açık seçik görünen o ki bir metne fizik olarak koşullandığında, yalnızca beyin ucuyla ve dalgınca algılanabilen tamamen manevi bir spekülasyondan daha zor olur o metinden kopmak.

evet, savaşa karşıdır herkes; ama savaş anılarına iyi gözle bakılır ve yüz bin kişiyi öldürmüşsen eğer, kahramansın.

berbat, kötünün düşmanıdır. bir cinayetin anlatıldığı metin bizi sıkıntıya sokabilir. bir yatma sahnesinden bir ayrıntı bazı arzularımızın uyanmasına neden olabilir ama yüz bin yatma sahnesi (aynı gecede) yüz bin işkence, bize bitkinlik ya da tiksintiden başka bir şey vermez.

yetişkinler müstehcen edebiyata, uzlaşmaların ezici gücünü yatıştırma faktörü olarak tıpkı çocukların peri masallarına gereksinim duyduğu gibi gereksinim duyarlar.

müstehcenlik hiçbir kitapta bulunmaz. hiçbir resimde yoktur. ona bakan ve onu okuyanın bir zihinsel niteliğinden başka bir şey değildir.

ne okumanız ve ne okumamanız gerektiğine karar veren iki yüzlüler, yobazlar ve diğer psikopatlarla yıllar süren savaştan sonra, theodore schroeder'a göre, hesaba katılan kitabın esas niteliği değildir. hesaba katılan (müstehcen olarak nitelendiğinde) geleceğin sorunsal bir anında, bu kitabı varsayımsal olarak okuyabilecek varsayımsal bir kişi üzerinde varsayımsal bir etkisidir.

şaraplar masaya konulduklarında ayyaşları aşırı uyarırlar ve yetingen insanı bir hayli sakinleştirirler. aynı şekilde, bu tür okumalar belki de bozuk bir hayal gücünü ayağa kaldırırlar. ama namuslu ve yetingen bir zihnin üzerinde hiçbir etki yapmazlar.

din dergileri

orhan veli kanık

okuyucularına hoşça vakit geçirtmek isteyen yazarların sık sık başvurabilecekleri kaynaklar vardır. milli kalkınma partisi'nin yayınları ile necip fazıl'ın, peyami safa'nın yazıları onlar arasındadır. ben, son günlerde yeni bir kaynak daha buldum: din dergileri.

bu dergilerden, geçen sayılarımızda da söz açmış, sebilürreşad'ın meseleleri üzerinde kısaca durmuştum. elime bu sefer başka bir hazine geçti. bu hazine, "hakka doğru" dergisinin yayımladığı "rüya tabirleri" adlı kitaptır. eser, aslında muhyiddin-i arabi hazretlerininmiş. muharrem zeki adında bir zat yeniden yazmış. bir bilim eseri gibi başlıyor. rüyalar birkaç bölüme ayrılmış: gerçek rüyalar, yalan, yalancı, aldatıcı rüyalar, efdal rüyalar gibi. gerçek rüyalar da üçe ayrılmış: tebşir, tahrir, ilham rüyaları. insan şaşırıyor birdenbire. doğru dürüst, ağırbaşlı bir kitap okuyacağını sanıyor. gelgelelim, ikinci sayfada iş değişiyor. sapıtıveriyor yazar. diyor ki:

"fakir adamın rüyasına itibar olunmaz. çünkü o, daima günlük nafakasını düşünür."

bütün dinler, insanlara, oldukça eşit bir yaşayış sağlamaya çalışmışlar. bunun için de, herkesten önce, fakir fukarayı korumak gerektiğine inanmışlar. böyle iken, nasıl oluyor da, bir din dergisinin çıkardığı bir kitap fakir fukarayı adam yerine koymuyor? doğrusu pek akıl erdiremedim.

yazar, gene o sayfada, deminki cümleden birkaç satır aşağıda şöyle diyor:

"rüya gören kimse, bunu düşmana, cahile, kadına ve maskaraya söylememelidir."

demek ki kadın kısmı, düşmanla, cahille, maskarayla bir tutuluyor. ne insanlık, ne insanlık!

aynı kitabın başka bir yerinde şöyle bir söz var:

"vücudunda mevcut uzuvlarından fazla şey gören kişi zengin olur."

insanın içinden, cümlemize üçer kulak, dörder burun, beşer bacak vermesi için tanrıya yalvarmak geliyor.

başka bir cümle:

"kabak ağacı gören kişi doktorluğu öğrenir ve hasta olmaz."

kabak ağacı olur mu olmaz mı diye düşünmüyoruz bile. demek ki, diyoruz, tıp fakültelerinin de pabucu dama atıldı. öyle ya, bir kabak ağacı gör rüyada; tamam. ne lüzum var okullarda çürümeye? hemen as kapına levhayı: "birinci sınıf operatör" diye.

kitapta bu biçim örnekler tümen tümen. ama ne lüzum var hepsini sıralamaya? merak eden alır, okur.

okur ya, kitabın sonundaki bir "seğirname"ye de ilişmeden edemeyeceğim. bu bölümde yazar, türlü uzuvların seğirmelerine türlü manalar vermiş. mesela bir yerde şöyle demiş:

"tenasül aleti seğiren kimse, izzet ve hürmet bulur; sevdiği adamla buluşur."

"hayanın iki tarafının seğirmesi darlığa düşmeye alamettir. hayasının sağ yanı seğiren insan sevinir. hayasının sol yanı seğiren insan da sevinir ama daha evvel biraz mihnet çeker."

"dübürünün sağ yanı seğiren aziz olur; sol yanı seğiren rahat bulur."

bu kadar rahat konuştuklarına göre, bu zatların sol yanı seğiriyor demektir.

"zevcesinin fercini (amını) büyümüş görmek nesil ve evlat çokluğuna, müreffeh yaşamaya delildir. bir kadının, fercinin çarpık olduğunu görmesi harama meyledeceğine, fercin beyaz ve semiz olması iffet ve ismete delildir."

yine o maddeden öğrendiğimize göre, "bir kadının, fercinden ateş çıktığını görmesi, hükümette büyük bir mevki ihraz edecek evladı olacağına delalet eder"miş.

namusla edep arasında pek de fark gözetmeyen, bu arada da, hepimizi edepli olmaya davet eden bu din sözcülerinin bu türlü işlerini -ne yazık ki- pek ciddiye alamıyoruz. bunun böyle olacağını kendileri de sezmişler herhalde; bir açık kapı bırakmış olmak için, kitaplarını "şaka basımevi"nde bastırmışlar.

21.12.2008

malina

ingeborg bachmann

insanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir; insanın insana yaptıklarındandır.

ruhun güzel yarınıdır, o hiçbir zaman gelmeyen.

yeni bir dil olmadan yeni bir dünya olmaz.

savaş üzerine herkes bir şeyler yazabilir ve savaş her zaman korkunçtur. ama barış üzerine bir şeyler yazmak, yani bizim barış dediğimiz şey üzerine; çünkü bu, gerçekte savaştır. gerçek savaş, her zaman adı barış olan savaşın patlamasıyla doğar.

ün denen şeyin kanatları temiz değildir.

insanlık tüm tabulardan kesin olarak kurtulduktan sonra, erginliğini mutlak anlamda yitirmek gibi bir aşağılanmayı da yaşayacak.

tarih öğretir; ama öğrencileri yoktur.

dil, ceza demektir. her şey dile geçmek zorundadır ve her şey, suçuna ve bu suçun kapsamına göre, yine dil içerisinde yitip gitmek zorundadır.

eğer birisi, bir başkası için her şeyse, o zaman tek bir kişilikte pek çok kişiliği barındırabilir.

insanlar o kadar çok değişmezler. sonsuz, tasarımlanamayan, gerekçelendirilemeyen, derin bir karanlığa gömülü her şey onları heyecanlandırır, ormanda ya da uzayda, kendi gizleriyle birlikte bir gizin içerisinde dolanır dururlar.

ikinci dünya savaşı'nı izlemiş olan "savaş sonrası" dönemi, belki ilkinden de korkunç olan bir savaşın yaşandığı dönemdir. bu savaş artık cephelerde, dış dünyada değil; ama insanların iç dünyasındadır; en büyük hedef, insanları iç dünyalarında yıkmaktır. bu yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. insanın insanı manevi açıdan, sevgisizliklerle, her türlü yaralamalarla öldürüşü, gerçek cinayetleri oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm cinayetlerin, büyük kıyımların temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır.