18.12.2008

bir dinozorun gezileri

mina urgan

kedilere tutkuyla bağlananlar, öteki insanlardan bambaşka bir soydandır bana kalırsa. bu soy, gerçekten soylu bir soydur. belirli bir kültür düzeyi ve duyarlılık şarttır kedileri tutkuyla sevebilmek için. bu soydan olanlar genellikle kültürlü, ince, sanat meraklısı insanlardır. kaba saba bir hödüğün kedi sevmesinin yolu yoktur.

ne yazık ki, insanların düş gücü eksildiği, kafaları uyuştuğu için öyle bir hale geldiler ki, "rahat" uğruna, yaşamın değişik yanlarından, renkliliğinden, rastlantılarından, yani yaşamı yaşamaya değer yapan her şeyden vazgeçmeye hazırlar artık.

yılbaşlarında, doğum günlerinde falan, yani tarihi önceden bilinen, özenle organize edilen toplantılarda, insan gerçekten eğlenemez. "buraya eğlenmek için geldiğime göre, mutlaka eğlenmek zorundayım" düşüncesi bile, sahiden eğlenmenizi engellemeye yeter.

bizlerin başlıca iki kusurundan biri yaşama sevincinden yoksun olmamızsa, ikincisi de doğa sevgisinden yoksun olmamızdır. çoğumuz, küçük mutluluklara sıkı sıkı kapatırız benliğimizin kapılarını. neşeli insanları sulu sayarız. dertlenecek bir neden bulunmayınca bile, hep dertliyizdir genellikle. doğanın güzelliğini görmeye de pek meraklı değilizdir.

kürt sorununu çözümlemenin tek çaresi, dağı taşı topa tutmak değil; doğuyu kalkındırmak, refaha ulaşmasını sağlamak, kürt yurttaşlarımıza insan gibi yaşamak olanağını vermektir.

kapitalist toplumun, sürekli ürettiği tüketim mallarını, bilmem kaç katlı koskocaman mağazalarda gözler önüne sermesi, öteden beri midemi bulandırır. bir şey almam gerekiyorsa, bunu küçük bir dükkandan almayı yeğ tutarım.

bu yolculuk sırasında beni sarsan başka bir şey de, insanların eskiden oralarda yarattıkları anıtların görkemiyle şimdi aynı bölgede yaşayanların yoksulluğu; daha doğrusu sefaleti arasındaki korkunç uçurumu görmek oldu. bir yanda ishak paşa sarayı'nın ihtişamı vardı, bir yanda doğu beyazıt'ın yoksulluğu; bir yanda malabadi köprüsü'nün akılalmaz güzelliği vardı, bir yanda sefaletten kaynaklanan bir çirkinlik. doğayla kentler arasındaki aykırılık da çok çarpıcıydı. haşmetli ağrı dağı'nın buzulları ışıldayarak gökyüzüne yükselirken, ağrı kenti yoksulluktan dökülüyordu.

"tek ayrıcalıklı sınıf çocuklardır." 1917 devrimi'nin eski güzel günlerinden kalma çok sevdiğim bir slogandır.

bütün dünyada, orta sınıflar, özellikle de yoksullar, kral ailelerinin ya da çok varlıklı kişilerin özel yaşamlarına akılsızca bir ilgi duyarlar. bunların şatafatlı yaşantısı, boyalı basının en bayağı magazinlerinde sürekli olarak gözler önüne serilir. büyük bir şairin, bir romancının, bir müzisyenin, bir ressamın özel yaşamına merak duymazlar da, bu metelik etmeyen prenslerin ve para babalarının neler yaptığını öğrenmek için meraktan çatlarlar. hatta onlarla özdeşleşirler, onların dertlerini dert edinirler kendilerine.

neden bilmem ama, olağanüstü insan güzelliğinde olduğu gibi olağanüstü doğa güzelliğinde de gizemli bir şey vardır her zaman.

venedik'in büyüleyici güzelliği dünyada başka hiçbir yere benzememesinden mi kaynaklanıyor acaba diye düşündüğüm olmuştur. dünyanın hangi kenti laguna'ya serpilmiş 300 kadar adacık üstüne kurulmuştur? dünyanın hangi kentinde o adacıkları birbirine bağlayan 300'e yakın irili ufaklı köprü vardır? dünyanın hangi kenti trafiğe tümüyle kapalıdır? dünyanın hangi kenti mimarinin ve resim sanatının başyapıtlarıyla böylesine tıklım tıklım dolu büyük bir müzedir?

ancak ağzına et koymayan bir vejetaryenin boğa güreşlerini vahşi bulmaya hakkı vardır.

amerikalı erkekler para kazanmak, çok çok para kazanmak amacıyla, stres altında fazla çalıştıklarından, eşlerinden önce ölürler. paraya konan dullar da, kırmızılar giyip boyunlarına beş altı kilo ağırlığında gerdanlıklar ve zincirler, kulaklarına omuzlarına kadar sarkan küpeler takarak, ölen kocalarının kazandığı paralarla pahalı gezilere çıkarlar. bir amerikalı turist grubuna bakarsanız, bu yüzden yaşlı kadınların hep çoğunlukta olduğunu görürsünüz.