şerif mardin
insan, dinsel fikirlerinin kendi iç hayatının bir projeksiyonu olduğunu anladığı anda, artık kendi tabiatının dışında bir miyar aramayacak, kendi kişiliğini idrak etmeye çalışacaktır.
feuerbach'ın tezinin esası, algılama hakkında bir bulgusuna dayanıyordu. feuerbach'a göre bir şeyin varolduğunu söylemek, yalnız o şeyin tasavvur edilebileceğini söylemek değildir. böyle bir iddia, buna ilaveten, var kabul edilen şeylerin algılanabileceğini veya duyumsanabileceğini söylemektedir. feuerbach'ın bundan çıkardığı sonuç şudur: allah'ın varlığı onun algılanabileceği bir şekil almazsa, ispat edilemez. böylece feuerbach'a göre dinbilimin kanıtları aslında kof ve etkisiz varsayımlardır. insanların kalbinde allah inancı ise kendi sınırlılığını ideal bir varlıkla karşılaştırma eğiliminden doğan bir projeksiyondur. din, insanın kendi düşüncesinin insanlarüstü bir plana aktarılışıdır. insanların ruhun ölmezliğine inanmaları ve ilahi adaletin tecellisine inançları, gene insanların kendi adalete susamışlıklarının soyut bir plana aktarılmasıdır. "dünya ötesi", bir insani isteğin şekil değiştirmesinden ibarettir.
feuerbach: duygu açık gözlerle gördüğümüz bir rüyadır, din uyanan bilincin rüyasıdır, rüya dinlerin esrarının anahtarıdır.
karl marx: din, baskıya tabi yaratıkların iç çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhudur. din halkın afyonudur.
marx'a göre, insan dindeki aldatmacayı anladığı andan itibaren kendi kendini esir ettiği şartların ortadan kaldırılması zorunluluğunu da anlar.
spiro'ya göre beğensek de beğenmesek de, toplumumuzun değerlerini yerleştiren mekanizma şudur: çocuk, ana ve babası tarafından, en küçük yaşından itibaren "iyi" hareketleri için mükafatlandırılır, "kötü" hareketleri için cezalandırılır. çocuk ancak "iyi" hareketler yaparak dikkat çekebileceğini, sevgi ve şefkat göreceğini öğrenir. büyüdükçe, "iyi" hareketlerinin aynı zamanda ahlaka uygun, doğru, yapılması gereken hareketler olduğu kanısına varır. kısaca çocuk, ana ve babasıyla özdeşleştirme kanalıyla bir süperego kurmaya başlar, ailesinin "doğru" bulduğu değerleri yapar. toplumun "norm"u kişinin "değer"i haline gelir. o da çocuklarına aynı bilgileri aktaracaktır.
belirli bir kimsenin kültür veraseti, elde edebileceği kültürü sınırlandırmaz. bir kimse, karşılıklı etkileşimde yalnız kendi ailesiyle değil, başka ailelerle ve başka öğrenme kaynaklarıyla karşılaşır. kişi bunları kullanarak kendine genel kültürü bazen aşan bir kültür de yaratabilir.
batı'daki bağımsız şehirlerin medeniyetinde gelişmiş olan iyi şehirli fikri islam toplumlarında oldukça farklı bir şekil almaktadır. batı'da ikincil kuruluşların yarattığı tutumlar, alışkanlıklar, değerler islam toplumlarında yoktur.
batı'da ikincil yapıların yerine getirdikleri koruma fonksiyonunu doğu'da bir taraftan "ümmet" yapısı, diğer taraftan "ümmet" yapısına bağlı olarak "tarikat" yapısı görmektedir.
islami toplumlarda, batı toplumlarında çok daha önemli bir fonksiyonu olan "değer"lerin yerine normlar geçmektedir. kişisel planda tercihler daha azdır. insanlar, "dışa doğru" dönüktür. ne yapmaları gerektiğini, kendi vicdanlarıyla yaptıkları bir muhasebeden çok, toplum normlarında ararlar.
kimlik sorunlarının çözülmesi zor olduğu için, gençler genellikle kendilerine bir kimlik sağlayan kolektif toplum hareketlerinde erimeyi denerler.başka bir çözümde, fazla düşünmeyi icap ettirmeyen doktrin ve ideolojilere sarılırlar.
islami inançlardan biri, insanı, baskı ile karşı karşıya kaldığı zaman, kendi inançlarını saklayabilmek için baskıya uymasında bir sakınca olmadığı kanısıdır.
islam toplumunda yaratıcı olmanın bir diğer yolu da gazadır. işte bu sahada genişliğine yaratıcı olmak mümkündür. islam aleminin sınırlarını genişletmek, talanla zenginliklerini artırmak: bu tip faaliyet, insana, hem allah'ın yolunda yürümenin vicdani ferahlığını bağışlayacak ve hem de yeryüzünde kendisine maddi bir karşılık sağlayacaktır. böylece, gazi olmak islam toplumlarında baştan itibaren heves edilen bir aşamadır. gerek kişiyi toplumun dar iktisadi çerçevelerinden çıkarması, gerek üstün bir islami başarı temsil etmesi bakımından islami toplumda yaratıcı olmanın en başarılı şekli gazi olmaktır. osmanlı imparatorluğu, bilhassa bu gibi, harpten başka bir geçiş vasıtası olmayan asker kümelerinin akıllıca kullanılmasından doğan bir yapıdır.
islam toplumundan sıyrılabilmenin bir tek yolu vardır: o da alternatif bir islami toplum kurmaktır. sufilik, bunun yollarından biri olmuştur.
orta asya türkleri islamiyete geçtikleri sıralarda islamiyetin, kendi göçebe yapılarına uymayan özelliklerini kolayca kabul etmediler. bilhassa kadın-erkek ayrılığı, şarap yasağı gibi normlar kendilerince kolay benimsendi. orta asya'dan şamanlıkla karışık gelen inançlara en yakını sufilikti.
bilhassa halk arasında tarikat yapısıyla birlikte dinsel kültüre paralel olan heterodoks bir kültür gelişmiştir. halk arasında osmanlı devlet sınıfının iranlılaşmış edebiyatının yerine ilahiler rağbet bulmuş, yunus emre ona en yakın yazar tipi olmuştur.
anadolu'da revaçta olan evliyalara tapma, böylece sufilikle birleşti ve sokaktaki adamın, anadolu'nun, kültürü haline geldi. bu inancın önemli özelliklerinden biri dünya nimetlerinden uzak kalma ideolojisiydi.
tarikatların uzun vadedeki etkilerinin en önemlisinin osmanlı imparatorluğu'nun batışıyla ortaya çıktığını söyleyebiliriz. bu etki, gibb'in işaret ettiği gibi, tevekküldür. gizemciliğin insanları bu dünyanın ötesinde işaretler aramaya sevkeden eğilimi, osmanlı imparatorluğu'nun gerilemesini "ilahların gazabı"na bağlamayı mümkün kılmıştır. halk katlarında tarikatların ve sufiliğin, daha az entelektüel, daha somut şeklinin etkisi osmanlı imparatorluğu'nun ilahi bir gazap dolayısıyla battığı fikriyle sonuçlanmıştır.
halkın islami, ideolojik gözlükleri, kendilerinin gerilememizi çok özel bir şekilde yorumlamalarına yol açmıştır. yukarıdaki görüş açısı bugün bile halk arasında ve özellikle 6-7 eylül olaylarında rastlanan "gerici" tutum ve buna benzer olayları anlamamız bakımından bir ipucu temin etmektedir. çok muhtemeldir ki, halk inançlarının sufiliğe ve tarikatlara en yakın olan bölümlerinde en çok bu tip olaylara rastlanacaktır. bu itibarla kubilay olayının nakşibendiler tarafından yapılmış olması bir rastlantı değildir.
baron de tott: ticaret yapıp da tutumları sayesinde zengin olan, fakat nüfuzlu kimseler sınıfının dışında tutulması gerekenlerden başka, türkler ancak memuriyetler sayesinde zengin olurlar. bunları, yine aynı yoldan yükselmiş bulunan "büyüklerin" kayırması sayesinde elde ederler. servetleri, açgözlülüklerinin biriktirdiği, korkunun gömdüğü, tantananın çarçur ettiği, rastlantının yenilediği sermayeler halindedir.
polisin görevi kamu düzenini korumak olduğu kadar ya da ondan daha çok, kamuyu denetim altında tutmaktı.
türk iktisadi yapısının biçimlenmesinde "arpalık" mükafatları önemli gizli bir değişken olmuştur. türkiye'de devlet, "yüksek memurlarına her zaman iktisadi fırsatlar sağlamıştır; akıllıca kullanılırsa, bunlar, özel teşebbüsçülük için doğrudan doğruya işe atılmaktan daha iyi bir atlama taşı olmaktadır. bu, maaşların yüksek oluşundan değildir. gerçekte devlet hizmeti yapanlara verilen maaş yetersizdir. fakat bürokrasi ile ilişkiler, iş hayatında şart olan kapıları açmaktadır. türkiye'de özel sektörde başarı göstermenin en iyi yolu devlet memuru olarak başlamaktır.
yeni düzen kişinin ruhsal dengesini sağlayıcı yeni bir mekanizma sağlamadıkça, üfürükçü de, dünyayı boynuzunun üzerinde tutan öküz de halk inançlarından kalkmayacaktır.
islamiyette, seçkinler dini-halk dini şeklinde başlangıçtan beri bir ayrılık olmuştur. allah'ın kapsayıcılığı ve kişilerin allah önünde eşitliği anlayışı bu ikiliği kapatma fonksiyonunu görür.
converse'e göre, ideolojik yapının ayırıcı niteliği bir fikrin beraberinde belirli diğer fikirleri getirmesidir. bu "beraber getirme" ancak eğitim ve statü bakımından çok ilerde olan kimselerde bulunur.
islamın en önemli şartının birlikte namaz kılmak olduğuna inananlar aynı zamanda şunlara inanmaktadırlar:
- mahalle kişinin ahlakını kontrol etmelidir.
- çocuklara din öğretilmelidir.
- insanın arkadaşlarının dindar olması önemlidir.
- şehirlerdeki devlet memurları çoğunlukla dinsizdir.
halk tabakalarındaki kişi yöntem yolu olarak halk kültürünün ve dininin verdiği imkanları kullanıyorsa bunun pratik bir nedeni vardır. halk kültürü, bütün "hurafe"leri bir yana, çıkarlarına daha kısa yoldan yanıt vermektedir. okula gitmenin sağlayacağı imkanların kapalı olduğu yerde kişi kuran kursu yolunu seçecektir. seçkinlerinin çok uzak oldukları bir kültürde kişi "halk seçkini" -mesela nurcu- olmayı deneyecektir. doktorun halka yaklaşamadığı hastanenin etrafında üfürükçüler zengin olacaktır.