samuel beckett
bir uşağın yüce düşünceleri yoktur.
eski günlerimi ilgisizlikle anımsadığımda, usum ilgisiz, belleğim hüzünlü. us duyduğu ilgisizlik dışında da ilgisiz, oysa bellek, duyduğu hüzün dışında kederli değil.
erkeklerin cesareti kadınlara yeteneğin bir göstergesi gibi gelir.
düşen birini tanımadım hiç. o kadar da insan gördüm.
mezarcı ayakta düşüncelere dalmıştı. kemikler gibi ışıldayan ve iç geçiren mezar taşlarının eşliğinde, ay görevde parıldıyor, deniz kadının düşlerinde dalgalanıyor ve geri çekiliyor, tepeler art alanda bir attika uyanıklığında gözlemde bulunuyordu, mezarcı sahneyi ilk bakışta hangi biçimde tanımlamanın daha doğru olacağına karar vermekte güçlük çekiyordu; romantik mi yoksa klasik miydi? her iki unsur da bolca bir arada bulunuyordu, bu tartışma götürmezdi. belki de klasikoromantik demek en doğrusuydu. klasikoromantik bir sahne.
"neşeli çıkışın hüzünlüdür dönüşü."
adam kendini dingin ve düşünceli hissediyordu. klasikoromantik bir emekçiydi öyleyse. gülün güle söylediği sözler uçuşuyordu kafasında: hiçbir bahçıvan ölmemişti, virgül, gülle dolu bir bellek içinde. kısa bir süre şarkı söyledi, birasından içti, bir gözyaşı damlası süzüldü gözlerinden, rahatlattı kendini. yaşam böyle işte.