24.01.2009

aylak adam

yusuf atılgan

ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.

yoksa her şey benim olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?

önce oda kapısı kapandı, sonra dış kapı. terliklerini giydi. gitti pencereyi açtı. soğuk. dışarıya eğilip gökyüzüne baktı. kurşun rengi, yağdı yağacak bugün. ceketini giyip ayakyoluna girdi. "kötü yazarın yasak bölgesi. neydi o kaldırıp attığım dünkü kitap! adam sabah kalkıyor, yüzünü yıkıyor, parkta oturuyor, yemek yiyor, sevgilisiyle dolaşıyor, gecenin bir vakti evine gelip yatıyor. hiç mi çişi gelmedi? inanılacak şey değil. parktayken sıkışmış, gövdesi kalın bir ağaca yanaşmış, kimse geliyor mu diye yanına yöresine bakındıktan sonra ağacın dibine işemiştir.

çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. sinemadan çıkmış insan. gördüğü film ona bir şeyler yapmış. sat çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur. ama beş on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.

insanlardaki her duygu bir renktir.

herkes onun gibi değil miydi? en az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı.

kadınsız hikaye tuzsuz aşa benzer.

dalgın olduk mu gerçek benliğimizle davranıyoruz.

kadınların neden evlendiklerini anlıyorum: yalnız kalabilmek için.

davete geç mi kaldınız? her zaman geç kalanlar bulunur. hindi dolması daha bitmemiştir. bu gece insanların hindi yemesi gerekir. bulamayanlar üzülür. yılbaşı hindisi.. ooooo! eğlenmek de zorunludur bu gece. sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. evlerde toplantılar vardır. küçük kumarlarınız vardır. on kuruşluk tombalalar. şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının "aman ayol, bu ne kötü şans böyle!" sözüne karşılık kim bilir kaç erkek "üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır." diyordur. kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. biliyorum sizi. küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. büyüklerinizden korkarsınız. akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar yok. neden ben de sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim düşünen? bir ben miyim yalnız?

insanlarla barışmak iyiydi. böyle bir gün tatlıcıda bir kadınla tanıştı. kadının çocuk gibi sık sık burnunu çekişi onu daha kadınlaştırıyor, hoşuna gidiyordu. üç gün sürdü. sık sık burnunu çekiyor diye kadını bıraktı.

"iş avutur." derdi babası. o böyle avuntu istemiyordu. bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. yaşamanın anlamı alışkanlıktı, rahatlıktı. çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. ne kolaydı onlara uymak! gündüzleri bir okulda ders verir; geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. çabasız. ama biliyordu: yetinemeyecekti. başka şeyler gerekti. güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi.

birden anladı. dilencinin niye beş gün gelip iki gün gelmediğini, niye hep bu vakit burada olduğunu artık biliyordu. güldü. yaman adamdı bu dilenci. insanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu. cumartesileri, pazarları gelmiyordu. yufka yüreklidirler. ucuza numara alırlar. kişioğlu böyleydi. kimi dilenmek, kimi sadaka vermek zorundaydı.

bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. doğar doğmaz, o bilmeyen başkaları veriyor. ama yapışıp kalıyor ona. onsuz olamıyor.

ikinci konuşmamda "sen" diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam.

insanların sokakta hep ezberlenmiş hareketler yaptıklarını düşünüyordu.

alışmaktan korkuyordu. böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. bir yerleri olması kötüydü. sonra insan kendisinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı.

çevresine bakındı. yoktu. oturma odasını da aradı. orada da yoktu. bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.

insanlarda anlayamadığı bir şey de gazete okumalarıydı. neden her sabah içlerini karartmak gereğini duyarlardı acaba?

aylak olmak dünyanın en güç işiydi.

sigara içmek istiyordu. hep böyleydi. bir şey en gerektiği anda olmazdı.

hepimiz korkağız. korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. en kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız.

çabuk kurtulma özgürlüğü elindeyken kişinin dayanamayacağı kötü durum yoktu.

bir sanatçının en güzel eseri hiç bitmeyecek olanı değil mi?

sevişen iki insanda bile bir anda aynı duygular olmuyor.

paul eluard: gözler konuşmaya başladığı zaman her şey susar.

bu iki adam dünyada hoşgörü diye bir şey olmadığını bilmiyorlar. insan kendininkine uygun olmayanı bağışlamaz. biz, hoşgörüsü olmadığını bile bile, başkalarında kendininkinden ayrıyı bağışlamaya çalışana hoşgörülü diyoruz.

evlenen iki kişinin gitgide sevgilerini yitirmelerinin baş sebebini aynı yatakta uyumalarında görürdü. uykuda başına buyruk yaşayan insan bedeninin kendini koyvermişliği; horlaması, yellenmesi, hepsinden çok o biteviye uyku soluması, kişinin bu bedende aramaktan hoşlanacağı gizlerin değerini düşürürdü. yoksa, kim olursa olsun, bir başkasının kendini uyurken seyretmesini mi istemiyordu? yaşadığında hiç kimseyle bir yatakta uyumamıştı.

normal insanlardan korkarım ben.

evlenmek! can sıkıcı dairelerden birinde, tanımadığımız bir adamın bizi birleştirmek görevine boyun eğmek.

açık korku kişiye adam öldürtür; gizlisi uslu uslu oturtur.

hiç kimse erkek yaratılmanın azabını benim kadar çekmemiştir. içimdeki batıcı kadın isteğinden kurtulmak için boyuna okurdum. olmuyordu. kendi kendimle oynardım. 17 yaşında geneleve gittim. odadan çıkınca bomboştum; kötüydüm. bir daha gitmedim.

insanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. olmak istedikleri, olamadıkları kişiyi anlatırlar.

insanlar her yerde böyleydiler. kısasından isterlerdi. hep aynı çamurdandılar; sevgiymiş, dostlukmuş; laftı.

insanlar haksızken daha çok bağırırlar.

olmuyordu. huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.

iki çeşit insan vardır. biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. bir de şu çevrendekilere bak. bunlar neden içiyorlar? toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. sokakta hiç gülmemek için burda gülerler. böylesi az içer. ya ben? içiyorum da kurtulabiliyor muyum? belki yalnız baş ağrısından..

neden? neden böylesiniz? olanla yetinerek, aramadan, düşünmeden yaşanılsın diye yaratılmış bir dünyada yalnızdı.