richard sennett
bir dirençle karşı karşıya gelmenin zıt kutbunda, işleri kendimize zor hale getirmek yatar. böyle yaparız; çünkü basit ve ince çözümler çoğu kez karmaşıklığı gizler. yaylı çalgısından suzuki şeritlerini söken genç bir müzisyen, sırf bu nedenle işleri kendisi için daha zor hale getirmektedir. modern şehircilik de işleri zorlaştırma bakımından benzer ve daha zengin örnekler sunar. bu örneklerden biri, pek çok okuyucunun bildiği bir şeyle, frank gehry'nin bilbao'daki guggenheim müzesi'yle ilgilidir. müze binası için yapılan çalışma, ziyaretçilerin gözünde aşikar olmayan bir hikaye içerir.
bilbao'nun yöneticileri, 1980'lerde bir sanat müzesinin yapılmasına karar verdiklerinde, bu sayede bu eski limana yatırımların teşvik edileceğini ummuşlardı. çünkü bilbao'da gemicilik işi gerilemekteydi ve şehir yılların getirdiği çevresel kirlilik yüzünden giderek kararmakta ve bozulmaktaydı.
bir heykeltıraş güdülerine sahip olan gehry'nin bilbao yöneticileri tarafından tercih edilmesinin bir sebebi şuydu: bu yöneticiler bir cam ve çelik kutudan yapılmış bir başka zevkli müzenin, göze çarpan bir değişim sinyali yaratacağını fark etmişlerdi. ancak seçtikleri mekan bu sinyali göndermeyi zorlaştırıyordu: burası suyun yanıbaşında olsa da yerleşim yeri, geçmişten kalan zavallı bir şehir planlaması ürünü karmaşık yollarla doluydu.
gehry uzun süredir metal binaları şekillendiriyordu; bu işi yaparken kıvrımlı ve iç içe geçmiş caddelerin meydan okuyuşuna uygun esnek bir malzeme kullanmaktaydı. burada kullanacağı metale kapitone şekli vermek istedi; böylece binaya yansıyan ışıkları kırıklı hale getirmeyi ve binanın devasa kütlesini yumuşatmayı amaçlamıştı. gehry'nin tasarımına uygun en kolay ve en ucuz malzeme kurşunlu bakırdı; bunun büyük tabakalar halinde yapımı da epey kolaydı. ancak bu metal zehirli bir madde olduğu için ispanya'da yasaklanmıştı.
en az direnç yolunu izlemek tam bir fiyaskoya yol açabilirdi. projenin güçlü patronları, kurşunlu bakıra izin çıkarmak için hükümet görevlilerine rüşvet verebilirlerdi ya da yasayı değiştirebilirler ya da bu gözde mimar için bir muafiyet elde edebilirlerdi. ne var ki görevliler ve mimar, kurşunlu bakırın çevresel tehlikeler taşıdığını zaten kabul etmekteydiler. dolayısıyla gehry başka bir malzemenin peşine düştü. sıkıntıyla şöyle yazmıştı: "bunun bulunması epey zaman aldı."
ilk önce gehry'nin ofisi paslanmaz çeliği denedi; ancak bu malzeme kıvrımlı yüzeyler üzerindeki ışık oyunlarını gehry'nin istediği ölçüde yansıtmıyordu. hayal kırıklığı içindeki gehry titanyuma döndü; bu metalin "sıcak ve karakterli" bir yapısı vardı ancak çok pahalı olduğu belliydi ve 1980'lerden önce zaten bina kaplamalarında nadiren kullanılırdı. titanyum askeri amaçlar için ve asıl olarak da uçak parçaları için üretiliyordu; dolayısıyla epey pahalıya mal olacağından yerdeki bir mimari yapı için asla anlamlı değildi.
gehry, pittsburgh'da bir fabrikayı ziyaret etti; burada böyle bir titanyum haddeden geçirilmekteydi. gehry'nin amacı, metalin yapılış tarzının nasıl değiştirileceğini araştırmaktı. bu konuda biraz yanıltıcı da olsa şöyle diyor: "fabrikatörden, petrol, asitler, baskı silindirlerinin doğru bir karışımını ve bizim arzuladığımız materyali sağlayacak ısıyı araştırmasını istedik." buradaki "doğru karışım" ibaresi aldatıcıdır; çünkü kendisi ve diğer tasarımcılar başlangıçta tam olarak ne istediklerini bilmiyorlardı. dahası -ki burada daha güç bir teknik sorun vardı- yeni bir makinenin icat edilmesi gerekiyordu.
gehry'nin çeliği baskılayarak tabaka haline getiren el baskı silindirleri vardı; ancak bu silindirler çok kaba ve çok ağırdı; özellikle arzuladığı kapitone şeklinde basımı yapılacak levhalarda pek işe yaramazdı ve gehry de yansıyan ışığın ancak bu tür yüzeyler sayesinde kırılabileceğini biliyordu. levhaları düzgün şekilde açabilmek için, baskı silindirlerini tutan tamponların yeniden tasarlanması gerekiyordu; yeni tamponlama mekanizması otomobillerdeki hidrolik şok emicilerinden alındı ve uyarlandı.
bu etki alanı değişimi daha fazla güçlüğe yolaçtı. metalin bileşimi artık baskı silindirleriyle uyumlu şekilde tespit edilmeliydi. gehry ve ekibi her aşamada bunun için hem estetik hem yapısal nitelikleri hesaba katmak durumundaydılar. bu iş bir yıl sürdü. nihayet fabrikada milimetrenin üçte bir kalınlığında kapitone şeklindeki titanyum alaşımı levhalar üretildi. bu levhalar paslanmaz çelik levhalardan daha inceydi ve daha az düzgündü, bir parça da rüzgar havası vermekteydi. aslında ışık, kapitone şeklindeki yüzeyde fazla kırışıklık yaratmıyor ve dalgalanmıyordu; ama dalgalı levhalar da son derece güçlüydü.
artık kapitone titanyumu imal edip kullanma imkanına sahip olunca, diye yazmıştı gehry, kalıcılık hakkındaki varsayımlarını yeniden gözden geçirmeye başlamıştı. şunu fark etmişti: "taşın verdiği kalıcılık duygusu yanlıştır; çünkü taş, şehirlerimizin çevre kirliliği koşullarında bozuma uğrar; oysa milimetrenin üçte biri kalınlığındaki titanyumun yüz yıllık garantisi vardır." ve şu sonuca varmıştı: "kalıcı olanı neyin temsil ettiğini yeniden gözden geçirmeliyiz. kalıcılık (umulanın aksine) kalın değil ince olan ya da dümdüz değil dalgalı olan anlamına gelebilir.
bu müzenin geri planındaki hikayenin belki de en ilginç yönü, binanın dış kaplaması uğruna kendisine bütün bu zorlukları çıkarmış olmakla mimarın eline neyin geçmiş olduğudur. yüzey üzerinde çalışırken yapının temel görünümüyle ilgili bir sorunla karşılaşmıştı. elbette basitlik, zanaat çalışmasında bir hedeftir; bu, bir uygulamada david pye'ın "geçerlilik" (soundness) dediği bir ölçümün parçasıdır. ancak hiç de gereği olmadığı halde zorluk çıkarmak, işte bu geçerliliğin niteliği hakkında düşünme tarzıdır. "çok basitmiş" demek, "burada gözün gördüğünden daha fazlası var" sözünün sınanmasıdır.