6.09.2019

türk romanının sorunu

oğuz atay

türk romanının sorunu kişiliktir. insanımızın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır. bunun için romanımız düzmecedir. diyalektik bir gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusu oluşundandır. köylünün sefil yaşayışı olgusu büyük roman yazmayı gerektirmez. buna benzer sözler söyleyenlerin de aslında sözlerinin anlamını kavramamaları da daha acıklı bir durumdur. halka büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamamaktır sorunlardan biri. kültürsüzlüktür. ve en önemlisi ne kendini ne gerçeği sezememektir. sezgisizliktir. duyarsızlıktır. kültür kopukluğudur. kendilerinden yirmi yıl önce yaşamış bir romancıdan yirmi yıl ilerde olduğunu düşünme yanılgısıdır. kötü romanları, büyük sözlerle yutturacağını sanma yanılgısıdır. bir iki toplumsal gerçeği bir yerden duyan insanın başka şeyleri duyamamasından ileri gelen bir cahillik coşkunluğudur. bir edebiyat çetesine yaslanmanın verdiği rahatlıkla yıllar boyunca bir arpa boyu ilerleyememenin zavallılığıdır. derinlikten, derinliğine ilerlemekten korkmanın böcekçe korkusudur. havuz edebiyatıdır. yüzeyde çırpınmanın verdiği korkunun edebiyat heyecanı sanılmasıdır, böcek yanılgısıdır. öyle bir çıkmazdır ki düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da aynı sularda çırpınmasıdır. haksız olana karşı çıkanın da haksız olduğu bir ortamdır. bunları yazmanın da bir yararı yoktur aslında. kişilik kazanmamış bir yarı aydınlar ortamında kimsenin yarım yamalak düşünce ve duygu 'müktesebatı'nı irdelemeye, kendi edinimleriyle hesaplaşmaya niyeti yoktur çünkü. herkes kendinden o kadar memnundur ki, bütün endişesi esnaflığını nasıl sürdürebileceğidir. dükkanda mallar eksik olmasın, reklam da iyi yapılsın yeter. bu mal, köylünün sefaleti, işçinin direnmesi ya da küçük burjuva aydının bunalımı olabilir fark etmez. esnaf ve tezgahtar için bütün mallar satılabildiği ölçüde makbuldur.

köy romanı piyasasında durgunluk mu var, biz de şehre taşınırız olur biter. esnaf için, yani mal üretmeyen için, yani acıyı sevinci duyarlığı, insan derinliğini yaşamayan için hepsi birdir. esnaf için bu sözlerin sarsıcı bir etkisinin olacağını sanmıyorum. ancak henüz çetelerin şartlamadığı gençler varsa, yaşı ne olursa olsun, kafası yüreği genç kalmış olanlar varsa belki bu sorunlar üzerinde düşünür diye umuyorum. belki henüz gerçekleri okuyarak düşünerek kendi bilinci ile sezecek insanlar vardır bu ülkede. belki -bir dostumun dediği gibi- kitabı karşısına alıp araya hiçbir bezirgan sokmadan, kitapla tek başına hesaplaşacak insanlar vardır. sahte eleştirmenlerin koltuk değneklerine dayanarak yürüyenlerin, edebiyat reklam ajanslarının gürültüsüne kapılarak şartlananların dışında kalanların varlığına inanmak istediğim için yazıyorum bunları. belki -kemal tahir'in dediği gibi- günde 24 saat romancı olmanın gereğini duyanlar ya da duyacak olanlar vardır.

halit ziya'nın, tanpınar'ın (hatta peyami safa'nın) roman diye bir gerçeği birçok gürültücüden daha çok hissettiğim, kemal tahir'in çok başka yoldan aynı gerçeği yaşattığını, daha doğrusu nasıl yaşattığı üzerinde düşünecek 'meçhul asker'lerin varlığına inanarak yazabilir insan ancak. bu da kemal tahir'in dediği gibi kültür işidir; yani sadece bazı şeyleri bilmek değil, yeni deyimiyle özümsemek işidir. yani çok fırın ekmek işidir. küçük kafa ve beden yaşantılarıyla büyük fırtınalar koparılamayacağını sezmektir. romanın bir ömür tüketmek işi olduğunu kavramaktır. şu ya da bu formüle yaslanmak işi değildir. köyden şehire, şehirden köye taşınmak işi değildir. bu işi dert edinmektir; ama hangi malı piyasaya sürersem daha iyi iş yaparım diye dertlenmek değildir. joseph conrad'ın dediği gibi "her satırında haklı çıkmak" gibi zor bir amaca yönelmektir. ezilen insanlardan yana görünüp onlara kuklalar gibi bakmak değildir. bir dava için haklı haksız acı çekenlere tanrısal bir hoşgörüyle bakıp onlara küçümseyerek acımak hiç değildir. hele bu lafları durmadan ederek, bir yandan da insanın gözüne baka baka yalan söylemek değildir.

romanın temel sorunu "moral" ("ahlak" gibi ama daha geniş kapsamlı bir söz) bir sorundur. bizim romanımız başlangıçta ve bir süre bunu sezmiştir: "moral" sorun aslında bir felsefe, kültür, sosyoloji, psikoloji sorunu olduğundan -gene kemal tahir'in deyimiyle- romancı kendisinin felsefecisi, sosyoloğu, psikoloğu olmak zorunda kalmıştır. ama bugün -şükürler olsun- bu zorluklar ortadan kalkmıştır; çünkü sözünü ettiğim sorunlar artık yok sayılmaktadır. romanımızın bugünkü temel sorunu bu temel sorunların inkarıdır. bu aşama hepimize kutlu olsun.