8.08.2021

alparslan

amin maalouf

savaş, semerkant'ta da yakından takip ediliyordu. her üç günde bir kaleyi savunanların yolladıkları bir güvercin geliyordu. asla bir imdat çağrısı olmuyordu bu; erzağın ve insanların tükendiğinden hiç söz etmiyor, sadece düşmanların verdiği kayıpları, şehri kuşatanların arasında salgın çıktığı söylentilerini anlatıyordu. kale kumandanı harezmli yusuf bir anda maveraünnehir'in kahramanı olmuştu.

bununla birlikte sonunda vakit geldi çattı, kaleyi savunan bir avuç asker sayıca çok üstün düşmanla artık başa çıkamaz oldu, kalenin temellerinin altına lağımlar döşenip surlar aşıldı. yusuf soluğu tükeninceye kadar savaştı; ama sonunda yaralanıp esir düştü. başına bela olan bu adamı yakından tanımak isteyen sultan'ın huzuruna çıkardılar onu. karşısında duran kara kuru, ufak tefek, yabanıl, üstü başı kir toz içinde bir adamdı. kollarına sıkı sıkıya yapışmış çam yarması gibi iki muhafızın ortasında, başı dimdik, ayakta duruyordu. alp arslan ise üzeri minderlerle kaplı, ahşap bir sekinin üzerinde, bağdaş kurmuş oturuyordu. iki adam karşılıklı meydan okuyarak uzun uzun bakıştılar, sonra galip emretti:

"yere dört kazık çakın, bunu kollarından bacaklarından bağlayın, sonra da bedenini dört parçaya ayırın!"

yusuf karşısındakini tepeden tırnağa süzdü aşağılayarak ve haykırdı:

"erkek gibi savaşmış birine böyle muamele reva görülür mü?"

alparslan cevap bile vermedi, başını çevirdi. tutsak onu azarlar gibi seslendi:

"hey karı kılıklı, sana söylüyorum!"

sultan bir anda sanki akrep sokmuş gibi yerinden sıçradı. yanında duran yayını kaptı, bir ok çekip taktı ve fırlatmadan önce muhafızlara tutsağı bırakmalarını emretti. yoksa onları da yaralayabilirdi. zaten korkusu da yoktu, o güne dek hedefini asla ıskalamamıştı.

aşırı sinirlendiği için mi, aceleden mi, çok kısa mesafeye ok atmanın zorluğundan mı, nedendir bilinmez, yusuf'u vuramadı ve sultan daha ikinci bir oka uzanmaya fırsat bulamadan, tutsak üzerine atıldı. sekinin üzerinde tünemiş vaziyette savunmasız kalan alp arslan oradan kurtulmaya çalışırken ayağı bir mindere takılıp sendeledi ve yere devrildi. yusuf üzerine çökmüştü bile, elinde de giysilerinin içine sakladığı bir hançer vardı. kafasına bir gürz yemeden önce sultan'ın böğrünü deşecek zamanı buldu yine de. askerler cansız bedeni üzerine üşüşüp lime lime ettiler. ama ölümün dudaklarında dondurduğu o alaycı gülümseyişi silemediler. öcünü almıştı, sultan'ın da günleri sayılıydı artık.

nitekim alparslan dört gün dört gece can çekiştikten sonra öldü. canı ağır ağır çekilirken acı bir muhasebeyle geçen dört gün. dönemin vakanüvisleri sözlerini şöyle naklettiler: "daha dün bir tepenin üstünden birliklerimi teftiş ediyordum, onların adımlarının altında yerin sarsıldığını hissettim ve kendi kendime, 'şu cihanın hakimiyim! benimle kim boy ölçüşebilir?' dedim. allah bu kibrime, bu böbürlenmeme karşı, insanların en sefilini, yenilmiş, esir düşmüş bir adamı, bir idam mahkumunu saldı üzerime; o benden daha güçlü çıktı, vurdu devirdi beni tahtımdan, aldı canımı."