2.11.2014

bir dünyanın eşiğinde

cemil meriç

marx: düşüncenin doruklarına ancak patikalardan çıkılır.

yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini bir hamlede kavrayamazsınız, söylemek istediklerini bütünüyle söylemez yazar, söylemek de istemez, gizler, istiarelere başvurur. güzel sabahları kucaklayan sis gibi, güzel eserleri saran bu sis de doğal.

derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır. kendi içine, kendi kalbine inmektir. nesneleri bulutlar arkasından görürüz. düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır.

kafan aydınlıksa, gerçekten aydınlıksa her ülke aydınlıktır senin için, yoksa kendi karanlığından kaçmak boşuna.

dörtte üçünü kirlettiğin, köleleştirdiğin, yakıp yıktığın bir dünyaya hükmetmek marifet mi?

bütün gıdam ekmek, süt ve su. hiçbir kış evimde ateş yanmadı, yatak yorgan nedir bilmem. ne gelirim var, ne maaşım. yaşlandım; ama dincim, alnımın teriyle kazanıyorum hayatımı, dünyanın hiçbir nimetinde gözüm yok, yalnızım ve hürüm, gönlüm insan sevgisi ile dolu.

tennyson: büyük ağaçların dalları vardı ellerinde, meyvelerle, çiçeklerle yüklü dallar. birbirlerine sunuyorlardı meyveleri; ama her tadan başkalaşıyordu, birden uzaklaşıyordu dalgalar, uzaklarda, inliyordu. mezarların ötesinden geliyordu yanıbaşındakilerin sesi. altın kumlara oturdular. kucak kucağaydı güneşle ay kıyıda. ne güzel şeydi düşünmek yurdu! yalnız düşünmek: karısını, çocuğunu, kölesini. deniz öylesine yorucuydu ki, dalgalar öylesine yorucu. içlerinden biri, bir daha dönmeyiz dedi ve hep bir ağızdan tekrarladılar: yeter dolaştığımız, mutluluk sükundadır, fırlat kalbini dalgalara. bütün varlıklar ölür, bırakın bizi uyuyalım.

insan, şartların yaratıcısı değil, mahkumu haline geliyordu.

aziz augustinus: ne kadar geç tanıyabildim seni, ey kadimler kadimi, ey tazeler tazesi güzellik, ne kadar geç sevdim. yazık senden ayrı geçen yıllarıma, yazık.

ülkeler de kitaplara benzer. onlarda aradığımızı buluruz.

louis jacolliot: yaşamak düşünmektir.

"ben besteyim, sen güfte. ben göğüm, sen toprak. denizde nasıl kaynaşmışsa tuzla su, biz de öyle kaynaşsak."

hazdan doğar çocuk, haz verir. çocuk bir gemidir.

"insan ölünce sesi ateşe, soluğu rüzgara, aklı aya, atmanı (özü) etere, saçı otlara karışır."

hayır da, şer de zincir. biri hafif, öteki ağır. amaç, bütün zincirleri kırmak. "susuz bir kuyuya düşen kurbağa gibi kıvranmak istemiyorsak, yeniden doğuş zincirlerini kırmalıyız. korkunç olan ölüm değil, sürekli doğuşlarımız. zerre bütüne karışmalı ki hasret dinsin. bizi hayat denen cehennemden yalnız bilgi kurtarabilir."

brihaspati: ne cennet var, ne ölümden sonra kurtuluş.. ruh yok, ahiret yok, kastlar palavra.. üç veda, bilgeliğin üç yolu, tövbe, istiğfar.. hepsi de tek işe yarar bunların: eblehlerin, iğdişlerin karnını doyurmaya. toprak olan vücut nasıl dünyaya gelir tekrar? bir gölge mi öbür dünyaya giden? neler de uydurmuş rahipler: törenler yapacakmışız ölüler için, kurbanlar kesecekmişiz! ne yapsınlar onlar da geçinecek! keyfine bak! kendini hiçbir zevkten mahrum etme.

şarvakas: gerçeği ancak duyularımızla tanıyabiliriz. tabiat olaylarını tanrılarla, şeytanlarla açıklayanlar aptal. vücut bir atomlar yığını, beyin düşünen bir madde. gören, işiten, duyan: vücut. ruh, kuruntu; atman, hayal. din ya bir sapıtış, ya bir dalavere. onsuz yapamazmışız! kötü bir alışkanlık bu sadece. ahlakın kaynağı tabiat ve toplumdaki anlaşmalar. ne iyilik umrunda tabiatın, ne kötülük. güneş, evliyaları da, eşkıyaları da aydınlatır.

"ruh bir mezarlıktan farksız olan bu hayat ormanında binbir güçlükle ilerler."

"okyanuslar dolusu gözyaşı dökmüş insan ve döküyor. yaşamak, acı çekmektir. acıların kaynağı doğuş. evlenmesek yeni nesiller gelmezdi dünyaya. sevmesek evlenmezdik. acıların kaynağı arzu, arzununki duyular. duyular aldatıyor bizi. güzellik yalan, biçimler boş. tanrı varolmuş, yok olmuş.. kime ne? bilinmeyene, bilinmeyecek olana dualar mırıldanmak niye?"

"bilgeyi övsen de bir, yersen de bir. fırtına kayaları sarsar mı?"

avcı, dişi bir karaca gördü ormanda
gözleri arzudan alev alevdi
birden hatırına cananı geldi
avcının oku düştü elinden

kalpleri birlikte çarpan yıllarca
yıllarca birlikte ağlayıp gülen
iki sevgiliden biri can verse
hayatta kalandır gerçekte ölen

bhartrihari: kadın kalbi, aynadaki bir hayale benzer. yakalayamazsın. ruhu keçi yolları gibi eğri büğrü. nereye götüreceği bilinmez.

"kutsal meşalesi bilgeliğin, doğruların yolunu aydınlatır. bir ceylan gözlü gördün mü, ne meşale, ne bilgelik kalır. o titrek ışığı soldurur, gözlerinin alevi."

geceler daha güzel diyorsun
gündüzler daha muhteşem bence
geceye de, gündüze de lanet olsun
vuslat ile halelenmeyince

"fil zincirle bağlanır, at gemle. kadını ise ancak gönlünden yakalayabilirsin."

yüzün lotusa benzer, gözlerin lotusa
şahane bir meyve dudakların
vücudun taze bir çiçek
kalbin neden taştan

gandhi: yaratma gücüne sahip olmayan, yıkma hakkına da sahip değildir.

savaş her zaman cinayet değildir. ihtiras bürümeyecek gözlerini, çıkarını düşünmeyeceksin. böyle olunca, savaş faziletlerin en büyüğü olur. şimşekler gökleri aydınlatır, sağanak yıkar, ateş temizler dikenleri, başaklar fışkırır küllerden.

tagore: acıların anahtarı ile açmalıyız sevincin kapılarını, kendimizi başkalarına adamalıyız, bir şiir yaratmalıyız hayatımızdan, bu şiir sonsuzu dile getirmeli, sonsuzu, yani ruhumuzu. bir ney'e benzesin ömrün, onu nağmelerle doldur.

tagore'un kurduğu huzur evi'nin kapısında şu söz vardı: burada hiçbir puta tapılmaz, her inanca saygı gösterilir.

hind'in son peygamberi ramakrişna, sefil bir paryanın kulübesini saçlarıyla süpürecek kadar insandı. müslüman oldu, hıristiyan oldu, nihayet anladı ki, tanrı ne camidedir, ne kilisede, tanrı kalbimizdedir.

"uyurken kucağımdadır, uyanınca gönlümde."

"naz tuza benzer, çoğu zarar, azı karar."

"başkasının kusuru kadar kendimizinkini de görsek, dünyada kusur kalır mıydı?"

"göz bilginde olur, cahilinki budak deliği."

tatlı hurma şarabının acısını ayyaş bilir
martıya sor denizdeki fırtınayı
yokluğun ne olduğunu, çok karısı olan bilir
çaldığını saklamanın zorluğunu, hırsız

"bilge sefalete de düşse bilge. sefalet nadanı sefilleştirir."

"altın bir vazo kırılsa da altın. toprak saksı kırılınca ne kalır?"

ne arzunun pençesinden kurtulabildim
ne hazzın zincirlerinden
yarı uykudayım, yarı uyanık
sen açtın gözlerimi
bağlarım kırıldı artık

dağların kanadı: eskiden kanatlıydı dağlar. istedikleri zaman uçar, diledikleri yere konarlardı. toprak, onların gidiş gelişlerinden öylesine sarsılıyor, öylesine inliyordu ki, tanrı sudra onun haline acıdı ve dağların kanatlarını kesti; kanatlar bulut oldu. bulutların dağlara koşması bundandır.

mahabharata: tevekkülden zevk alanlar, kaybettikleri mutluluğu ele geçirmekten aciz korkaklardır.

mahabharata: topraktan daha değerli ne? gökten daha yüce olan ne? rüzgardan daha hızlı olan ne? nedir çimenden daha bol olan? topraktan daha değerli: anne. gökten daha yüce: baba. rüzgardan daha hızlı olan: zeka. çimenden daha bol olan: düşünce.

mahabharata: bilgi gerçeği anlamaktır. barış, ruhun sükun bulması.

bhartrihari: fecrin soldurduğu ay, çağı geçen sevgili, lotussuz göl, konuşmayı bilmeyen güzel dudaklar, para canlısı hükümdar, gün görmeyen iyi ikbal içinde yüzen kötü.. kalbime saplanan yedi zehirli ok.

bhartrihari: hazların kucağında hastalanırsam diye için burkulur. hükümdarsan düşmanlardan korkarsın. bey isen hükümdardan. ikbaldekileri idbar korkutur. bilginler hatadan, doğrular yanlışlardan korkar. yalnız dünyadan el etek çekenler korkudan kurtulur.

bhartrihari: boş bir evde yanan lamba gibi kimseye hayrı dokunmadan geçti ömrümüz.

gururumun kapısını utançla sürgülemiştim
aşkın baltası ne kapı bıraktı, ne sürgü (trivalluar'dan)

ayağı çamura saplanmayagörsün
koca bir orduya karşı koyan fili
uyuz bir çakal öldürür (trivalluar'dan)