david fincher
bir söz vardır: "insan sevdiğini incitir." bu iki yönlü olarak işler.
uykusuzken hiçbir şey gerçek görünmüyor. sanki her şey uzakta. her şey suretin suretinin sureti.
özgürlüğü buldum. hiç umudumun kalmaması özgürlük demekti.
insan uykusuzluk çekerken hiç uyuyamasa da, tam olarak uyanık da kalmıyor.
marla'nın hayat felsefesi her an ölebileceği üzerine kuruluydu. asıl trajedi ölmemesiydi.
yeterince uzun bir zaman diliminde hayatta kalma şansı herkes için sıfırdır.
biz tüketiciyiz. tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz. boşversene. çimen yeşili çizgili oturma grubunu da boşver. bence eksiksiz olmaya kalkışma. mükemmel olmaya hiç çalışma. bırak evrilelim. bırakalım her şey düşeceği yere düşsün.
sahip oldukların sonunda sana sahip oluyor.
biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz. başka bir kadının aradığımız şey olduğunu hiç sanmıyorum.
kendini geliştirmek mastürbasyondur. ve kendini yok etmektir.
dövüş kulübünde kazanmak ya da kaybetmek önemli değildi. kelimelerin anlamı yoktu. dövüş bittiğinde hiçbir şey çözülmese de zaten bunun bir önemi kalmıyordu. sonrasında kendimizi arınmış hissediyorduk.
mülkümü yok ederek beni özgür kılan kişi kendimi bulmamı sağladı. uygarlığın temel varsayımlarını reddediyorum; özellikle de mülkiyete verilen önemi.
şu prezervatif çağımızın kristal ayakkabısı. onu takıp bir yabancıyla karşılaşıyorsun. bütün gece dans ediyor, sonra atıyorsun. prezervatifi demek istiyorum, yabancıyı değil.
tuz dengesinin doğru olması gerekiyor; bu yüzden en iyi sabun yağı insandan çıkar. eski insanlar giysilerin nehrin bir noktasında daha temiz yıkandığını keşfettiler, neden biliyor musun? çünkü o noktanın yukarısındaki tepede insan kurban edilmişti, bedenler yakılmış ve su küllere karışarak doğada bu suyu yaratmıştı. bedenlerin erimiş yağlarıyla karışınca bu madde sabun olup nehre dökülüyordu.
acı ve fedakarlık olmadan hiçbir şey yapamazsın.
babalarımız bizler için tanrı modeliydi. eğer babalarımız bizi terk ettiyse tanrı nasıl biridir? beni dinle. tanrının senden hoşlanmadığı olasılığını düşün. o belki seni hiç istemedi; hatta büyük olasılıkla senden nefret ediyor. bu başına gelebilecek en kötü şey değil. ona ihtiyacımız yok. lanetlenmeye ve affedilmeye ihtiyacımız yok tanrının istenmeyen çocukları mıyız? öyle olsun!
önce teslim olmalısın. her şeyden önce korkmayı bırakıp bir gün öleceğini kabullenmelisin. ancak her şeyi kaybettikten sonra her şeyi yapmakta özgür oluruz.
burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. bir potansiyel görüyorum. ama heba oluyor. lanet olsun bütün bir nesil benzin pompalıyor. garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köleler olmuşlar. reklamlara kanıp araba ve kıyafet kovalıyorlar. nefret ettiğimiz işlerde çalışıp ihtiyaç duymadığımız şeyler alıyoruz. bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. ne bir amacımız var ne de bir yerimiz. ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. bizim savaşımız ruhani bir savaş; en büyük buhranımız: hayatlarımız. televizyonla büyürken bir gün milyoner bir film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık ama olmayacağız. bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve bu yüzden çok ama çok kızgınız.
normal bir insan kavgadan kaçmak için her şeyi yapar.
sizler işiniz değilsiniz. bankadaki paranız değilsiniz. bindiğiniz araba değilsiniz. cüzdanınızın içindekiler değilsiniz. siz iç çamaşırı değilsiniz. sizler dünyanın şarkı söyleyip dans eden pisliklerisiniz.
dinleyin sürüngenler, sizler özel değilsiniz. güzel ya da eşsiz birer kar tanesi değilsiniz. diğer her şey gibi çürüyen organik maddelersiniz. hepimiz aynı gübre yığınının parçasıyız.
elime bir tüfek alıp türünü korumak için çiftleşmeyen her pandayı vurmak istiyordum. petrol tankerlerini açıp o hiç görmeyeceğim fransız sahillerini pisletmek istiyordum. duman solumak istiyordum.
dibe vurmak bir hafta sonu tatili ya da bir seminere katılmak değildir. her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan vazgeç! bırak ne olacaksa olsun! bırak olsun!
insanlar bunu her gün yapıyor. kendileriyle konuşuyor, kendilerini olmak istedikleri gibi görüyorlar. ama onların bunu devam ettirecek cesaretleri yok.