v.s. naipaul
büyük bir kentte birinci sınıf bir otele gitmek kadar güzel çok az şey vardır. insan lüks bir şekilde ağırlanır, tek sorumluluğu hesabı ödemektir. insanın etrafında faaliyetin kısılmış homurtusu vardır: bir sürü hizmet, kişinin belirsiz bir işaretini bekler. göz kamaştırıcılık herkese erişir: oda hizmetçisi, insanın aksanını ve vurgularını unutamayacağı santralci kız, resepsiyondaki adam, gazete bayiindeki kız. hepsi de o düş ülkesinin parçasıdır, ta ki, yanıp sönen santralinin başındaki santralci kızın, çamaşırhanelerdeki iskemlelere yığılmış oturan üniformalıların görüntülerini yakalayana, yüzü solgun gece bekçisinin buruşuk yağmurluğuyla gelişini görene dek; düş ülkesinin yapısı sadeleşene, havayolu şirketlerinin raflara dizilmiş programlarından kopup işyerine, havaalanı yolunda görülenler gibi evlere benzeyene dek düş ülkesi kalacak yerin parçalarıdır. bu, gitme zamanıdır; günler birbirini kovalar ve tatsız olmaya başlar. ne var ki o ana kadar otel, büyüsünü kente yansıtan bir yerdir.