10.05.2015

otel

v.s. naipaul

büyük bir kentte birinci sınıf bir otele gitmek kadar güzel çok az şey vardır. insan lüks bir şekilde ağırlanır, tek sorumluluğu hesabı ödemektir. insanın etrafında faaliyetin kısılmış homurtusu vardır: bir sürü hizmet, kişinin belirsiz bir işaretini bekler. göz kamaştırıcılık herkese erişir: oda hizmetçisi, insanın aksanını ve vurgularını unutamayacağı santralci kız, resepsiyondaki adam, gazete bayiindeki kız. hepsi de o düş ülkesinin parçasıdır, ta ki, yanıp sönen santralinin başındaki santralci kızın, çamaşırhanelerdeki iskemlelere yığılmış oturan üniformalıların görüntülerini yakalayana, yüzü solgun gece bekçisinin buruşuk yağmurluğuyla gelişini görene dek; düş ülkesinin yapısı sadeleşene, havayolu şirketlerinin raflara dizilmiş programlarından kopup işyerine, havaalanı yolunda görülenler gibi evlere benzeyene dek düş ülkesi kalacak yerin parçalarıdır. bu, gitme zamanıdır; günler birbirini kovalar ve tatsız olmaya başlar. ne var ki o ana kadar otel, büyüsünü kente yansıtan bir yerdir.