2.02.2009

yeni hayat

orhan pamuk

insanlar düşünürlerse eğer, başkalarından duydukları; ama kendilerinin sandıkları zavallı birkaç düşünce vardır akıllarında, doğaya bakıp keşfettikleri şeyler değil. hepsi zayıftır, siliktir, kırılgandır.

bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.

"canan yok ise can gerekmez." (fuzuli)

talih diye okumuştum bir yerde, kör değil cahildir. talih, istatistik ve olasılığı bilmeyenlerin tesellisidir.

başkaları doğaya bakınca, orada kendi sınırlarını, yetersizliklerini, korkularını görürler. sonra kendi zayıflıklarından korkup doğanın sınırsızlığı, büyüklüğü, derler buna. ben ise doğada benimle konuşan, bana ayakta tutmam gereken kendi irademi hatırlatan güçlü bir tebliğ, zengin bir yazı görürüm; onu kararlılıkla, acımasızlıkla, korkusuzca okurum. büyük adamlar, tıpkı büyük çağlar, büyük ülkeler gibi içlerinde neredeyse patlayacak kadar yüklü bir gücü toplayabilmiş olanlardır. zamanı gelince, fırsatlar çıkınca, yeni tarih yapılacağı zaman bu büyük güç, harekete geçirdiği büyük adamla birlikte acımasızca kararını verir, kıpırdanır. o zaman kader de aynı acımasızlığıyla harekete geçer. o büyük günde kamuoyunun, gazetelerin, günün düşüncelerinin, aygazların, lux sabunlarının, coca-cola ile marlboro'nun, batı'dan gelen rüzgarlarla kandırılmış zavallı kardeşlerimizin küçük eşyalarıyla küçük ahlakının esamisi okunmaz.

sırrını biliyorsan, ona doğru yol alıyorsan, hayat güzeldir.

insanların çoğu aslında ne yeni bir hayat isterler, ne de yeni bir dünya.

aşk, insanı bir hedefe yöneltir, hayatın eşyaları içinden çekip çıkarır ve en sonunda dünyanın sırrına doğru götürür.

kendimiz olamayacağımızı anlamak, evet, bir kederdir; ama bu olgunluk bizi felaketlerden de korur.

önemli olan insanın içindeki iyiliği koruyacak bir hayat yaşayabilmesidir.

büyük uygarlıkların yıkılışı ve hafızaların çözülüşüyle birlikte ahlaksızlığa ilk kapılanlar çocuklar olurlarmış. onlar eskidi daha çabuk ve acısız unutur, yeniyi daha kolay düşlermiş.

hayır, canım bırak öpeyim dudaklarını; çünkü artık yalnızca ihbar tutanaklarında bir ad olan o hayalet gerçek olmaktan korkuyor. ben ise, buradayım bak ve biliyorum zaman ağır ağır tükeniyor: birlikte bindiğimiz otobüslerin aldığı bütün o yollar biz üzerinden kayıp gittikten sonra, nasıl bize hiç mi hiç aldırmadan, yaz gecelerinde, yıldızların altında asfalt, taş ve sıcak bir dokunuş olarak kendileriyle dopdolu var olup uzanıyorsa huzurla, biz de, burada, daha vakit geçirmeden, birlikte uzanalım.. hayır canım, hiç vakit geçirmeden, ellerim güzel omuzlarını, ince ve kırılgan kollarını tuttukça, sana ben yaklaştıkça, bütün otobüslerin ve bütün yolcuların aradığı o eşsiz zamana, bak ağır ağır ne mutlu ulaşıyoruz. dudaklarımı kulağınla saçların arasındaki yarı saydam alana bastırdığımda, saçlarının elektriğinden ürken kuşlar bir anda, yüzüme ve alnıma sonbahar kokusuyla karıştığında ve avucumun içinde kanat çırpan inatçı kuş gibi göğsün diklendiğinde, bak işte şimdi, o erişilmez zaman aramızda nasıl dopdolu, sapasağlam diriliyor, görüyorum gözlerinde: şimdi işte, ne orada, ne başka bir yerde, ne hayal ettiğin ülkede, otobüslerle kör otel odalarında, ne de yalnızca kitap sayfalarında var olan bir gelecekteyiz. şimdi, burada ikimiz, bu odada, telaşlı öpüşlerim ve iç çekişlerinle iki ucu açık bir zamanın içindeymiş gibi, birbirimizi tutmuş bir mucize görelim diye bekliyoruz. doluluk anı! sarıl bana, zaman akmasın, haydi sarıl canım bana, mucize bitmesin! hayır, karşı koyma, hatırla: gövdelerimizin otobüs koltuklarında ağır ağır birbirine kayıp, düşlerimizin saçlarımız gibi birbirine karıştığı geceleri; dudaklarını çekmeden hatırla: başlarımız birlikte soğuk ve karanlık cama yaslandığında, küçük kasabaların ara sokaklarında gördüğümüz ev içlerini; hatırla, el ele seyrettiğimiz onca filmi: yağmur gibi yağan kurşunları, merdivenlerden inen sarışınları, bayıldığın soğukkanlı yakışıklıları hatırla. hatırla, bir günah işler, bir suçu unutur ve başka bir diyarı düşler gibi sessizce seyrettiğimiz öpüşmeleri. dudakların birbirine yaklaşmasını ve gözlerin kameradan uzaklaşmasını hatırla; hatırla, otobüsümüzün tekerlekleri saniyede yedi buçuk kere dönerken bizim nasıl da bir an kıpırtısız ve hareketsiz kalabildiğimizi. ama hatırlamadı. son bir kere daha umutsuzca öptüm onu. yatak darmadağınık olmuştu.

hiçbir şey, her şeyi unutabilmenin verdiği huzurdan değerli olamaz.

dünyaya bakmak, gerçek anlamıyla görerek bakmak çok zevkli bir şeydi.

neden güzel ve duyarlı kadınlar hayatı kaymış kırık erkeklere aşık olurlar?

iyi bir kitap bize bütün dünyayı hatırlatan bir şeydir.

aşk teslim olmaktır. aşk, aşkın sebebidir. aşk anlamaktır. aşk bir müziktir. aşk ve soylu yürek aynı şeydir. aşk hüznün şiiridir. aşk kırılgan ruhun aynaya bakmasıdır. aşk geçicidir. aşk hiçbir zaman pişmanım dememektir. aşk bir kristalleşmedir. aşk vermektir. aşk bir çikleti paylaşmaktır. aşk hiç belli olmaz. aşk boş bir laftır. aşk allah'a kavuşmaktır. aşk bir acıdır. aşk melekle göz göze gelmektir. aşk gözyaşlarıdır. aşk telefon çalacak diye beklemektir. aşk bütün bir dünyadır. aşk sinemada el ele tutuşmaktır. aşk bir sarhoşluktur. aşk bir canavardır. aşk körlüktür. aşk yüreğin sesini dinlemektir. aşk kutsal bir sessizliktir. aşk şarkılarda konu edilir. aşk cilde iyi gelir.

aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir. onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarda bırakma arzusudur. insanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.

bazı özentili budalaların sandığının tam tersine, bir iki kelime bile sessizlikten iyidir.

kendimi başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka bir amacı olan özel biri olarak görmek istemiştim.

benim gibi hayatı kaymışlarda hüzün, zeki olmaya çalışan bir öfke olarak gösterir kendini. o zeki olma isteği de en sonunda her şeyi berbat eder.