alberto manguel
19. ve 20. yüzyılların abd'sinin fabrikalardan, imalathanelerden ve bankalardan kazandıkları servetlerle ünlü milyonerleri, paralarını sürekli olarak okullar, müzeler ve hepsinden önce kültür merkezleri olmanın yanında kurucularının gözünde anıtlaşan kütüphaneler kurmak için kullanırlardı.
bu hayırseverlerin en ünlüsü, andrew carnegie 1890'da, "bir topluma verilebilecek en iyi armağan nedir?" diye sormuştu. kendi sorusuna verdiği yanıtta, "ücretsiz bir kütüphane ilk sırada gelir." diyordu.
andrew carnegie'nin servet ve kitap kültürüyle ilişkisi karmaşık ve çelişkilidir. mali kazanç elde etme yolunda amansız biri olarak muazzam servetinin neredeyse %90'ını aralarında doğum yeri iskoçya'dan fiji ve seychelle adalarına dek ingilizce konuşulan 12 kadar ülkede kurulan 2500'ü aşkın kütüphane olmak üzere her türlü kamu kurumuna bağışlamıştı. entelektüel uğraşlara tapar ama kendisi bunlarla meşgul olmayı sevmezdi.
işçilerine karşı acımasız davranan carnegie dört yüzü aşkın sanatçıyı, bilim insanını, şairi mali yardım olsun diye özel aylığa bağlamıştı; velinimetini "kibar ve iyi niyetli" bir adam diye tanımlayan walt whitman da bunların arasındaydı.
carnegie'nin işçileri haftada yedi gün çalışmaya zorlanıyor, noel ve 4 temmuz dışında onlara tatil izni verilmiyor, korkunç derecede düşük ücretler ödeniyor ve kanalizasyon borularıyla su tesisatının yan yana durduğu sağlıksız konutlarda yaşamak zorunda bırakılıyorlardı. carnegie'nin yanında çalışanların beşte biri kaza sonucu ölmüşlerdi.
her ne kadar kapitalizmin kutsallığına inanmış olsa da: "çalışan birinin daha yararlı bir yurttaş olduğu ve avare prensten daha çok saygı görmesi gerektiğini" ısrarla söylerdi. carnegie zengin olmak isteyen bir adamın acımasız olması gerektiğine inanırdı; aynı zamanda böyle bir serveti, sömürdüğü toplumun "ruhuna ışık tutmak" için kullanmaktan yanaydı.
onlarca yazar carnegie kütüphanelerine çok şey borçlu olduklarını kabul etmektedirler. john updike ergenlik yıllarında pennsylvania, reading'deki carnegie kütüphanesi'nde kendi yaşadığı deneyimleri anlatırken "genel olarak bizlerin ömür boyu okurlar olup olmayacağımızı belirleyen o gelişme çağlarında sağladığı özgürlük için" minnettarlık duyduğunu söylemişti. sözlerini şöyle bitiriyordu:
"orası önüme bir tür cennetin kapılarını açtı."