sakın yanıltayım deme senden yolunu soranı
sakın mezarsız koma can verip ölmüş kişiyi
ve kesmeye kalkma sabana koştuğun boğayı
bunca elle tutulur -belki de bu yüzden-
bunca değişken olan
insan gövdesinden daha anlaşılmaz
daha şaşırtıcı bir şey olabilir mi dünyada
ağzının ne kadar güzel olduğunu bilseydin
görmeyeyim diye gözlerimi öperdin
sana hayatı anlatıyor yaraya saplanan her bıçak
ve sana anlatmak için dünyanın güzelliğini
şifalı bir ot yeşeriyor tırnağının kirinde
her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen
tut elimden. bu el senin. deniz suyuyla beslenmiş
bu deniz senin. acı özsuyu damlıyor incir dalından
nerede olursan ol, gökyüzü seni görüyor
sen bir tel saç koparırken sessizliğin başından
daracık bir yer seçeriz korunmak için
kendi sınırsızlığımızdan
su deposunda donuk yıldızlar
mühürlü bir odadaki ayna gibi
eski avlunun ortasında duran depoda
güvercin konuyor çevresine
boş beyaz saksılar
sınırını çiziyor ayışığının
sessizce bir türkü söylüyoruz
içimizde bir yaraya bakarak
eğer şiir bağışlanma değilse
o zaman başka hiçbir yerden medet ummamalı
hepimiz
olduğumuzdan başka bir insan olmak isteriz
kimi az çok katlanır buna, kimi hiç katlanmaz
alınyazısı, denildiği gibi
bir kısır döngüye hapseder bizi
biz de döner dururuz dibinin karanlığına
anlaşılmazlığına yüzümüzün
kapatıldığı o kuyunun çevresinde
her zaman bir şey buluruz aradığımızda