franz kafka
intihar eden kişi, tutukevi avlusunda bir darağacının kurulduğunu görüp bunun kendi darağacı olduğu kuruntusuna kapılarak geceleyin hücresinden kaçan ve avluya inip kendisini ipe çeken bir tutukludur.
rahatını kaçıran ne? kalbinin kararını nedir bozup dağıtan? kapının tokmağına el süren kim? kim sokaktan sana seslenip de, açık kapıdan girip yanına gelmeyen? ah, bu, senin rahatını kaçırdığın, kapısının tokmağına el sürdüğün, senin kendisine sokaktan seslenip de, açık kapısından içeri girmeye yanaşmadığın kimseden başkası değil.
başkalarının varlığının, bakışının ve yargısının omuzlarıma yüklediğinden ayrı bir sorumluluğun baskısı altında bulunmadım hiç.
bir ara bacağımı kırmıştım, hayatımın en güzel yaşantısıydı.
eski taşlar altında yatan bir tespih böceğinden seni daha üstün yapan tek şey, kendine karşı duyduğun tiksintidir.
en kötüsü, öldürücülükten uzak acılardır.
her insan kendi içinde bir oda taşır. hatta kulakla saptanabilir bu. diyelim gece vaktidir de, dört bir yana sessizlik yürümüştür ve biri hızlı hızlı geçmektedir ilerden; kulak kabartıldı mı, örneğin duvara iyice tutturulmamış bir aynanın takırdadığı işitilecektir.
kafeste bir sincap gibi: devinimdeki mutluluk, darlıktaki umutsuzluk, diretmedeki kaçıklık, dıştaki huzur karşısında perişanlık duygusu.
yansıma diye bir şey yoktur asla; nereye dönsek dünyayı karşımızda buluruz.
kendini tanı, ki gerçek ben'ine kavuşasın.
artıklar kaldırıldı kenara
mutlulukta çözüldü kol ve bacak
mehtapta, balkonlar altında
geride biraz dal ve yaprak
saçlar gibi kara
avarelik tüm kötülüklerin kaynağı, tüm erdemlerin tacıdır.
herkes gerçeği göremez; ama gerçek olabilir.
arayan bulmaz; ama aramayan bulunur.
işi tıkırında olanların, ezilmişler karşısında kendilerini bağışlatmak için ağırlığını üzerlerinde hissettiklerini ileri sürdüğü dert ve tasalar, işi tıkırında olma durumlarını korumak için uydurulmuştur.
öğretmen gerçek, öğrenci ise sürekli bir umutsuzluk içinde bulunur.
eski bir şakadır: biz dünyayı tutar; oysa dünyanın bizi tutup bırakmadığından yakınırız.
dünyanın belirleyici özelliği geçiciliğidir. bu bakımdan yüzyılların bir anlık zamana göre üstünlüğü yoktur. dolayısıyla, geçicilikteki süreklilik insana bir avuntu sağlayamaz. yıkıntılardan taze yaşamın fışkırıp çiçeklenmesi, yaşamdan çok ölümdeki diretişi kanıtlar.
kadın, belki daha kesin bir deyişle izdivaç, kozunu paylaşman gereken yaşamın bir temsilcisidir.
bir insanın ölümünden sonra, yeryüzünde ölen kimseyle ilgili olarak bir süre kendine özgü rahatlatıcı bir sessizlik başgösterir; dünyadaki harıl harıl uğraşıp didinmeler sona ermiş, ilerdeki bir ölümü habire gözlemekten kurtulunmuş, sanki bir yanılgı ortadan kaldırılmış, yaşayanlar için bile bir oh! diyebilme fırsatı doğmuştur; bu yüzden, ölü odasının pencereleri açılır; ama bütün bunların görünüşten başak bir şey olmadığı anlaşılır sonradan, acılar ve yakınmalar yeniden başlar.
sanki öldükten sonra da bunun utancını yaşamaktan korkuyor.
hani biri vardır, beşi de alçak beş basamağı çıkması gerekmektedir; bir başkası da, tek bir merdiven basamağı çıkacaktır. ancak, bu basamağın yüksekliği, hiç değilse onu çıkacak için öbür beş basamağın toplam yüksekliği kadardır. birinci yalnız bu beş basamağı değil, onun gibi daha yüzlercesini, binlercesini çıksa, zengin ve pek yorucu bir yaşam da sürse, çıktığı basamaklardan hiçbiri ikincisi için, tüm güçler seferber edilse bile dünyada çıkılamayan ve kendisinin de kuşkusuz çıkıp bir türlü geride bırakamadığı o bir tek yüksek basamağın taşıdığı önemi taşımayacaktır.
özlemim eski zamanlarda
özlemim şimdilerde
özlemim yarınlarda
ve hepsiyle ölüyorum bekçi kulübesinde
yol kenarında
dikine tabutta bildim bileli
bir mülkünde devletin
hayatımı kırıp dökmekten alıkoymak için kendimi
harcadım tüm ömrümü
en yüce şeye ulaşmak değildir asla önemli olan, ona uzak; ama dürüst bir yaklaşımdır; kanatlanıp da güneşe uçmanın yeri yoktur; yapılması gereken, yeryüzünde arada bir güneşi gören biraz ısınabilecek temiz bir köşe bularak oraya sürüne sürüne erişmektir.
iki çeşit savaş vardır: biri bağımsız düşman güçlerin boy ölçüştüğü şövalyece savaş; düşmanlardan her biri kendisi için yaşar, kendisi için kaybeder, kendisi için kazanır. ikincisi de, insanı sokmakla yetinmeyip hayatta kalmak için onun kanını emen haşerenin savaşı, yani askerliği kendisine meslek seçmiş kişinin savaşı.
çocuklar kadar çok devrimler gerçekleştirmek isteyen kimse yoktur.
bir görüşe göre, evlilikten çekinmenin nedeni, insanın kendi anne ve babasına yaptıklarını, çocuklarının bir gün kendisine ödeteceğinden korkmasıdır.
askerin elinin uzanamayacağı yer yoktur.
"eldeki bir kuş çatıdaki iki kuştan daha iyidir."
yaşam gücünün azlığı, eğitimdeki yanlış adımlar ve bekarlık insanı şüpheci yapar; ama ille değil; şüpheciliklerini kurtarmak için kimi şüpheciler evlenir, hiç değilse düşünsel evliliğe başvurur ve inanan kimseler olup çıkarlar.
yol değil, yalnız bir hedef var. yol dediğimiz duraksamadır.
insanın temel güçsüzlüğünü oluşturan, zafer kazanamayışı değil, kazandığı zaferden yararlanamayışıdır. gençlik yener her şeyi, o ilk aldatışı, o gizli şeytansallığı alt eder; gelgelelim, kazanılan zafere el atacak, zafere dirilik bağışlayacak kimse bulunmaz ortada; çünkü işin bu aşamasında gençlik geçip gider. yaşlı kişi, zafere el sürmeyi göze alamaz; arkadan gelen ve hemen girişeceği yeni saldırıyla içi içini yiyen gençlik ise zaferini kendi kazansın ister. hani şeytan sürekli yenilgiye uğratılır bu yoldan; ama asla yok edilemez.
iyi bir kitap en iyi dosttur.
dalgaların bir su damlasını kaldırıp kıyıya atması, denizdeki ezeli dalgalanma olayını asla engellemez; hatta denizdeki dalgalanma, kıyıya atılan damlaya borçludur varlığını.
susmak mutluluk için yalnız yeterli değil, ona götüren tek yoldur.
yaşam, sürekli oyalayıştır; öyle bir oyalayış ki, neyi dikkatten kaçırdığını düşünüp anlamaya bile fırsat vermez.
bakıp görmesini bilen, soru sormaz.
aslında bir şeyin başarılması, başarılamamasından çok daha garip değil mi?
her şeye karşın insan tek bir şeydir, yani devinimde dinginlik, dinginlikte devinimdir; bunların ikisi her kişide birleşiyor; yine her kişide birleşimin birleşimiyle karşılaşılıyor ve böylece sürüp gidiyor bu, ta ki gerçek yaşama gelip dayansın.