ilk çağlardakilerden başlayıp lycurgus'la, solon'la, muhammet'le, napolyon'la vb. devam edersek, insanlığın yasa koyucularının, düzen getiricilerinin hepsi birer suçluydu. hiç değilse, yeni bir yasa getirirken, o güne dek toplumun kutsal bildiği, atalardan kalma yasaları değiştirdikleri için suçluydular. kuşkusuz, kendilerine bir yararı olacaksa (kimi zaman eski yasalara sadık kalmaktan başka suçu olmayan suçsuz insanların kahramanca döktükleri) kan bile durduramamıştır onları.
asıl ilginç olan da insanlığın her şeyini borçlu olduğu bu yüce kişilerin, bu düzen kurucuların büyük çoğunluğunun gerçekte acımasız birer kan dökücü olmalarıdır. değil büyük insanlar, toplumda çok az, sürüden ayrılan, yani söyleyecek çok küçük de olsa bir şeyi olan insanların tümü, yaradılışları gereği, (kuşkusuz, az ya da çok), kesinlikle birer suçlu olmak zorundadır. yoksa sürüden ayrılmaları çok güç kuşkusuz. bana sorarsanız razı olmamaları da gerekir.
doğanın yasaları gereği insanlar genelde iki gruba ayrılırlar: aşağı sınıf (olağan olanlar) ki böylelerinin görevi yalnızca kendileri gibi yaratıkların üremesinde hammadde görevi yapmaktır; bir de bulundukları ortamda söyleyecek yeni bir şeyleri olan yetenekli, üstün insanlar. kuşkusuz, burada birçok da alt bölümler söz konusudur. ama bu iki grubu birbirinden ayıran çizgiler oldukça keskindir: birinci grup, hammadde olan insanlar genel söyleyecek olursak, yaradılıştan tutucudurlar, uysaldırlar, her şeye boyun eğerek yaşayıp giderler, söz dinlemeyi severler.
ikinci gruba gelince, sürekli yasaların sınırlarını zorlarlar böyleleri. yetenekleri ölçüsünde yıkıcıdırlar ya da buna yatkındırlar. bu tür insanların suçları da görecedir kuşkusuz, ayrıca çok çeşitlidir. hayli değişik söylemlerle, daha iyi bir düzen adına günün düzeninin yıkılmasını savunurlar. ama düşüncelerini gerçekleştirmek için cesetler üzerinden, kan gölleri üzerinden atlamaları gerekse bile, bence, ruhunun derinliklerinde, vicdanlarında bu kan gölünün üzerinden atlamaya izin verebilirler kendilerine. ama şunu da unutmamak gerekir kuşkusuz: düşüncelerinin büyüklüğüne bağlı bir şeydir bu. sürü hemen hiçbir zaman onlara bu hakkı tanımaz, azını ya da çoğunu katleder, olmazsa asar. böylece tam anlamıyla kendi tutucu görevini yerine getirmiş olur.
öte yandan, sonraki kuşaklarda sürü bu kez atalarının katlettiği, astığı bu kişilerin (azının yada çoğunun) anıtlarını diker, önünde saygıyla eğilir.
birinci grup her zaman için bugünün efendisidir; ikinci grup ise geleceğin efendisi. birinci grup dünyayı korur, dünyada insanların çoğalmasını sağlar; ikinci grup ise dünyayı harekete geçirir, amacına doğru götürür.
birinci gruptan olan birinin öteki gruptan olduğunu sanarak engelleri yıkmaya kalkışması türünden bir yanılgı ancak birinci grup insanların, yani "olağan" diye adlandırdığım insanların yapabileceği bir şeydir. doğanın bir cilvesi olarak ineklere bile verilmemiş onlardaki bu söz dinlemeye doğuştan yatkınlıklarına karşın, bu grubun insanlarının çoğunluğu kendilerini önder, "yıkıcı" insanlardan görmeye pek yatkındır. onlardaki bu "yeni söze" aşırı heves tam anlamıyla içtendir de. ne var ki, bu arada gerçek "yenileri" çoğu zaman fark etmezler; dahası, geri kalmış insanlar, aşağılık düşünceli insanlar diye küçümserler bile onları. bundan önemli bir tehlikenin çıkabileceği söz konusu değildir. endişelenmeniz için bir neden yoktur ortada. böyleleri işi asla ileri götüremezler çünkü. bu yaramazlıkları yüzünden, toplumdaki yerlerini anımsatmak için arada bir kırbaçlamak gerekir kendilerini kuşkusuz. ama daha ileri gitmemeli. bu kırbaçlama işini yapacak birine bile gerek yoktur. onlar öylesine iyi niyetli insanlardır ki, kendi kendilerini kırbaçlarlar. bazıları bu hizmeti karşılıklı olarak birbirlerine yaparlar, bazıları da kendi kendilerine. toplumun karşısına çıkar, suçunu itiraf eder. son derece öğretici olur davranışları. anlayacağınız, telaşlanmanızı gerektirecek bir durum yoktur ortada. doğanın yasası böyle.
genelde, yeni düşüncesi olan ya da küçük bile olsa "yeni" bir şey söylemeye yeteneği olan insanlar çok seyrek, dahası inanılmaz derecede seyrek doğarlar. yalnız şu bilinen bir gerçektir: bu grubun insanları ile alt grubun insanlarının dünyaya gelişleri doğanın bir yasasıyla son derece kesin bir biçimde düzenlenmiş olsa gerektir. hammadde olan büyük insan kalabalığının yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de birtakım çabalar sonucunda, bugüne dek çözemediğimiz bir yolla, cinslerin, çeşitlerin bilinmeyen bir karışımıyla yeryüzünde binde bir bile olsun, isterse çok daha az sayıda olsun, davranışlarında bağımsız insanların doğmasına var güçleriyle çalışmalarıdır. daha üst düzeyde bağımsız insanlar belki de ancak on binde bir doğar. daha üst düzeyde olanlarsa yüz binde bir. dahi olanlar ise milyonlarda bir; büyük dahiler, insanlığı yücelten dahiler de yeryüzünden birçok bin milyon insanın geçmesinden sonra doğuyorlar. böylesine belirleyici bir doğa yasası vardır, olmak zorundadır da. rastlantı diye bir şey söz konusu olamaz burada.