
bunlar için bir arkadaşlarının ufak tefek başarıları hoşgörülebilir, sırayı bozmadığı ve kategoriyi değiştirmediği sürece bağışlanırdı. ama iki şey bağışlanmazdı: halkla ve dünyayla ilişki. eğer yaptığınız iş halkta yankılanıyorsa hapı yuttunuz demekti. bundan da kötüsü, batı'da bir şeyler yapmak ve adını duyurmaktı. böyle bir başarı, bizim yarı-aydınların içine yılan gibi çörekleniyordu.
bu yüzden yıllarca yaşar kemal'i çekiştirmişler, alay etmişlerdi. bir arkadaşlarının batı'da ünlü olması ve kitaplarının yayımlanması onları çileden çıkarıyordu. en yaygın söylenti, o kitapları yaşar kemal'in eşi thilda kemal'in yazdığıydı. yoksa yaşar kemal o kitapları nasıl yazabilirdi?
batı'da yaşar kemal kitapları yayımlayan yayınevi sahiplerinin thilda'nın akrabaları olduğunu anlatıyorlardı. bununla da yetinmeyerek yaşar kemal'i siyonist odakların meşhur ettiği konuşuluyordu. hatta anlı şanlı bir edebiyatçımız bir gün yaşar kemal'den le monde'a makale yazması için yardımda bulunmasını rica etti. yaşar kemal böyle bir gücünün bulunmadığını söyleyince de hayretle, "aaa!" dedi, "le monde'un müdürü senin kayınbiraderin değil mi?" olumsuz cevap üzerine gösterdiği tepki ise daha da ilginçti: "o zaman senin hakkındaki onca yazı nasıl çıkıyor orada?"
bir romancı arkadaşlarının başarısı karşısında canı yanan sanatçı takımının tepkileri işte böyleydi.