alberto manguel
çok eskiden, muazzam bir iştaha sahip ıçamayan kuş dodolar yerel baştankaraların yuva yeri olan bir adada balkabaklarının büyüyüp kocaman olduğunu keşfetti. dodolar, devasa bir yemek ihtimaliyle keyiflenerek küçük bir sal yapıp onları adadan ayıran dar boğazı geçtiler. orada günlerce balkabaklarıyla kendilerine ziyafet çektiler. büyük gagaları için fazlaca narin olan böğürtlenler ile tahılları ayaklarıyla hoyratça çiğnediler ve onları, sabır ve itina ile bazılarını toprağa eken, diğerlerini de yavrularını beslemek için yuvalarına götüren baştankaralara bıraktılar. birkaç hafta sonra, balkabağı kalmadı, dodolar da evlerine dönmeye karar verdiler. yedikleri onda şeyden sonra zahmetle yürüyerek, şiş karınlarını sala sürüklediler ve denize açıldılar. biraz sonra, sular salın zeminini kaplamaya başladı. daha genç dodolardan biri titrek bir sesle "sanırım çok fazla balkabağı yedik." dedi. "korkarım batıyoruz." en yaşlı dodo, öfkeyle, ağzında kırmızı bir böğürtlenle minik bir baştankaranın yerleştiği direğin tepesini işaret etti: "işte suçlu!" diye bağırdı. "sal için fazla ağır. hepimize yer yok. derhal kurtulun ondan!" ve hepsi baştankarayı korkutup kaçırmak için zıplamaya koyuldu. bunca gürültüyü duyan baştankara, karaya doğru uçtu, sal da köpek balığı dolu sularda battı. dodoların soyu da böylece tükendi.