mehmed uzun
bireyin dilini, dinini ve kimliğini yasaklamak ya da yok etmek için çalışmak bölücülüktür. sadece bölücülük değil bir insanlık suçudur da.
insanoğlunun saygın ve haysiyetli bir yaşam mücadelesi yok edilemez; insanoğlunun özgürlük ve eşitlik düşü ruhlardan silinip atılamaz.
tasallutçu otoriter ideolojinin yok etmek istediği diller, sözcükler, anlatılar, şehirler.. uygarlıkların kaynağı olmuş, insanlık için çok şey ifade etmiş, varlıklarıyla bize kim olduğumuzu öğretmiş, şaşmaz insani değerler ve erdemler konusunda hep rehberimiz olmuş, tecrübeleriyle ruhumuzu zenginleştirmiş, bugün neredeyse yok olmakla karşı karşıya bir kültür mirası. bölgemizdeki bu kültür mirasının cahil diktatörler, et kafalı palabıyık generaller ve ruhunda tüm insani değerleri katletmiş sivil siyasetçiler tarafından yok edilmek istenmesi ne kadar acı!
diller, sözcükler, anlatılar, uygarlıklar, dinler, şehirler, bir kültür mirasını oluşturan her şey, zalimin zulmüne karşı dayanıklı, paslı zincirlere karşı inatçı, zamanın gürültüsüne karşı sabırlıdır. ancak insanın unutkanlığına karşı son derece kırılgan, kayıtsızlığına karşı çaresiz, ölü uykusuna karşı tümüyle savunmasızdır.
doğruca en uçta, sınırda durana
acıyla köşe kapmaca oynamadan
tadını almak için dirilişin
ağzıma kum doldursam
ancak o zaman düşebilirim belki ardınıza
terk ettiniz siz benim hicranımı
sevgimden ayrı düştünüz
canlarım benim (nelly sachs)
thomas mann: özgürlük bireyin talebi, özlemidir; eşitlik ise toplumun. özgürlük ölümsüz bir düşüncedir, hiçbir zaman yaşlanmaz, zamanların özellikleriyle kaybolmaz. özgürlük ve insan onuru yenik düşmez. saygın, onurlu bir demokrasi ancak bireyin özgürlüğü ve toplumun eşitliğiyle kurulabilir. hem toplumsal hem de evrensel barış ancak özgürlük ve eşitlikle inşa edilebilir.
köprüler hem herkese aittirler hem de hiç kimseye; hem her şeyin ilgi merkezidirler hem de her şeyin ötesinde; hem öte tarafa ilişkin merak ve arzuyu diri tutarlar hem de onlara biçim verirler; hem tek tek yolcuların, hem de tek tek yolculardan oluşmuş tüm bir tarihin tanığıdırlar; hem buranın ve bunların hem de oranın ve onlarındırlar; bunu ona, bunları onlara, buraları oralara bağlarlar. dünyada belki de en zor iş kendi özgün karakteriyle böylesi bir köprü olmaktır. çünkü köprüden geçen herkes köprünün efendisi olmak, köprüye ilelebet kendi damgasını vurmak, beğenmediğini değiştirerek, köprüyü kendine göre biçimlendirmek ister. köprünün, köprü görevini yerine getirebilmesi ve yenilikleri kendi özgün karakterinin bir parçası haline getirebilmesi için çok sabırlı olması, zamana, zamanın türlü hırçın dalgalarına karşı direnmesi gerekli.
yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın
bu şehir arkandan gelecektir
aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede yaşlanacaksın
aynı evlerde kır düşecek saçlarına
bu şehirdir gidip gideceğin yer (konstantin kavafis)
dayan, diren, sabırlı ol; günübirlik düşünme; zaman, sadece bir andan oluşmuyor, zamanı hiç bitmeyecek bir ayin gibi düşün ve yaşa; kine, nefrete, haset ve kıskançlıklara kulak verecek, onları kendine yaklaştıracak kadar küçülme; çile çekmeden insan ve insanlığı mutlu edebilecek hiçbir şeyin yaratılamayacağını unutma; acı ve hüzünden insanı mutlu edebilecek bir eser yaratmanın hünerini öğren, bu hünerin ustası ol; derin yalnızlığını, yaratacağın eserle, herkesin ortak olabileceği bir mutluluk haline getir.
yasak, baskı, zor, asimilasyon ve benzeri anti-demokratik uygulamalar ancak yaygın bir korku ortamı yaratıldığında gerçekleşebiliyor. korku ortamında yaşayan insanlar da, koşulları nedeniyle, az ve öz konuşma ve anlatma sanatını öğreniyor. az ve öz anlatma sanatı, aynı zamanda, insanlık tarihinin bize bıraktığı en önemli miras; az ve öz söyleyen kalmış, laf kalabalığı yapan ve karışık söyleyen gitmiş. insanlığın ortak kültür mirasının temel özelliği tam da budur; insan için en gerekli, en zorunlu olan kalacak, gerisi atılacak.
yedi yaşındaydım ve bana ait o dünyayı seviyordum. ama ilkokula başladığım o ilk günün ilk saatinde, o dünyanın anlamsız, gereksiz, ilkel ve yasak olduğu, o dünyayı terk etmem gerektiği, hiçbir zaman unutamayacağım bir tokatla bana söylendi. iç anadolu'nun bir kasabasından gelmiş ve askerlik görevini öğretmen olarak yapan asık yüzlü bir öğretmen tarafından, şair ibrahim rafet isimli ilkokulun bahçesinde, tam sıraya girdiğimizde, benimle birlikte okula başlayan bir arkadaşımla doğal dilim kürtçe ile konuştuğum için, şiddetli bir tokatla ikaz edildim: "okulda kürtçe konuşmak yasak." türkçe söylenen "kürtçe konuşmak yasak" cümlesinin anlamını bile çok sonra öğrendim.
söz güzel, yalın ve insani olmalı.
"bir çocuğun temiz duygularıyla merhaba. merhaba; büyük acılarla ülkesinden uzak düşmeyi bile göze alarak yazan onurlu yazar merhaba! beni anlattığın için, insanlarımı anlattığın için sana ne kadar borçlu olduğumu seni okudukça anlıyor ve hüzünleniyorum. yaşam anlaşıldıkça acılaşır. acılar ise yaşamı anlamlılaştırıp olgunlaştırandır."
kürtlere, kürtçe'ye ve durumları kürtlerden de daha kötü olan mezopotamya'nın öteki kadim toplulukları asurilere, süryanilere, ermenilere, yahudilere, keldanilere, nasturilere, yezidilere, alevilere biçilmiş bir yaşam tarzı var. benim 7 yaşında yediğim tokata benzer biçimde tarihin tokadını yemiş bu topluluklar yok edilmeye mahkum edilmiş durumda. demokrasiden, insan haklarından, vicdan ve eşitlik duygusundan zerre kadar nasibini almamış ve "hak, hukuk, adalet tanımayan cahil ve kibirli askeri diktatörler, dini muhafazakarlığı en uç noktalara kadar götürmüş pervasız dini liderler ve sürekli uygarlıktan, mutlu gelecekten, adaletten söz eden, vatandaşlarına karşı duygusuz, her şeyi teknik, ekonomik gelişmeden ibaret gören pişkin sivil politikacıların yönettiği" bir bölgede tüm bu topluluklara söylenen şu: kaderine razı ol.
biz demokrasi geleneğinden uzak, anti demokratik, düşünce ve duygu fukarası, bireyin hak ve özgürlüklerinden söz bile etmeyen, vatandaşı itaat etmesi gereken bir "unsur" olarak gören, ilişkilerini güç erkine göre ayarlayan, ceberrut, yıkıcı ve yok edici bir anlayışın egemen olduğu bir zaman ve mekana aitiz. bölgemiz bir bütün olarak, bugün belki de dünyanın en tutucu bölgesi. bölgemiz dünyanın gidişatına karşı direniyor, gelişmemek, uygar ve demokratik bir refah toplumu yaratmamak için, eksiksiz, her türlü çabayı gösteriyor. bireyin hak ve özgürlüklerini esas alan yeni yüzyıldaki dünyamızda, çin ile birlikte, bölgemiz bugün akhilleus'un topuğu, eğer uygar dünyaya ait bir ok, mızrak, kılıç o topuğa ulaşırsa, dünyadaki demokratikleşme, uygarlaşma süreci muazzam bir ivme kazanacaktır.
thomas stearns eliot: hiçbir modernizm bir gelenek olmadan yaratılamaz. hiçbir yenilik köksüz değildir ve bir miras olmadan yeşermez.
özgürlük, ancak bir düş sahibi olduğunuz ve bunu canlı tutabildiğiniz oranda size yakındır. düş ölürse, istediğiniz kadar özgürlük sahillerine doğru yelken açın, hiçbir zaman oraya ulaşamayacaksınız. çünkü düş ölmüştür ve yelken açtığınız yerler sadece bir seraptır.
albert camus: umutsuzluğu adlandırmak, onu aşmaktır.
1923'lerden bu yana ciddi bir türkleştirme politikasının uygulandığı, kürtçenin eğitim, öğretim ve iletişim dili olarak yasaklandığı; kürt kimliğinin baskı altında tutulduğu, dili ve kimliğinden dolayı sayısız insanın tutuklanıp cezalandırıldığı; binlerce, onbinlerce şehir, kasaba, köy, dağ, ova, tepe isminin değiştirilerek türkçeleştirildiği; hatta kimi dönemler kürtlere "dağlı türkler" denildiği; bu yasaklara ilişkin anayasa ve öteki yasalarda sayısız maddenin bulunduğu biliniyor.
kürtçe, mezopotamya uygarlığının günümüzde hala yaşayan zengin dillerinden biridir. kürt dilinin zengin bir yazılı, klasik edebiyatı olmuştur. sözlü edebiyatı hala çok canlı ve zengindir. çeşitleri bol canlı bir müzik yaşamı, her türde eser veren bir modern edebiyatı vardır. kürtlerin çok eski bir tarihleri, hepimize ait insani bir zenginlik olan bir kültür mirasları vardır.