mehmet h. doğan
"çağdaş türk şiiriyle kapıkulu geleneği kesinlikle son bulmuştur." (memet fuat) her şey bu "kapıkulu" sözcüğünde düğümlenmektedir. kurtulunması hemen hemen bir yüzyıl almış olan kapıkulluğu, kendi bağlamı içinde ele alınırsa divan şiiri için çok doğal bir şeydi. agah sırrı levend'in "içinde bir hayat hamlesi taşımayan, cansız; içtimai-beşeri-sosyal olmayan; tabiat güzelliği, tabii aşk ve yerli tip içermeyen; milli ve milliyetperver olmayan" bir edebiyat olarak nitelediği divan şiiri tam anlamıyla kapıkulu şiiriydi. üreticisi ve alıcısı belli bir şiirdi. şairler; padişaha, sadrazama, vezirlere, paşalara, devlet düzeni içindeki yüksek orunlu kişilere övgüler düzmek, onların meclislerini şenlendirmek, onların beğenilerini gözetmek ve kimi zaman da yönlendirmekle görevli kişilerdi. bütün esinini kendinden önce yazılmış şiirlerden alan; somut yaşamla, somut insanlarla şiir düzeyinde ilgilenmeyen şairin, dolayısıyla düzenle, düzenin başındakilerle de bir sorunu olamazdı; düzenle barışıktı, tam bir uyuşma durumundaydı. agah sırrı levend'in aynı yerde belirttiği gibi, tarihle, somut olaylarla en fazla ilişkisi olması gereken "kaside nesipleriyle mesnevilerde yer bulan cenk tasvirleri veya zafernamelerde yer tutan zafer teraneleri"nde bile ordunun yengisi ya da yenilmesi onu hiç ilgilendirmezdi; ordu yenmişse, utku padişaha ya da serdara mal edilir, yenilmişse "yüce tanrının hikmetiyle bozguna uğradığı"ndan söz edilirdi. kısacası, bir başka adıyla "osmanlı şiiri, üretimden çok yalan ve haraç üzerine temellenmiş ve bundan ötürü kendini, kendi yarattığından çok, alınan nesneyle tanımlayan ve onda bulan kişiler topluluğunun çeşitli tarihi şartlar ve dolayımlar içre yarattığı ve sürdürdüğü bir şiirdir.
1950 seçimleriyle politik iktidarı eline geçiren dp'yle birlikte yalnızca şiirde değil, bütün sanatlarda devlet-sanatçı ilişkisinde yeni bir dönem başlar. dp iktidarı, deyim yerindeyse, sanatlara ancak eğlence düzeyinde ilgi duyan, kültürsüz bir yeni zenginler ya da kente yerleşen toprak ağaları sınıfının iktidarıdır. yönetici kadrolarının içinde fuat köprülü gibi bir edebiyat tarihçisi, faruk nafiz çamlıbel gibi bir şair, samet ağaoğlu gibi bir öykücü olmasına karşın dp, kültür ve sanat sorunları karşısında chp'den de geriye düşmüş, kültür ve sanat alanlarında chp döneminde atılmış olumlu adımları durdurmakla işe başlamıştır. ahmet oktay'ın dediği gibi "dp iktidarı, aydınları, kültür-sanat adamlarını fazla ciddiye almadığı ve sınıfsal bakış açılarına sahip olabileceğini hesaplamadığı köylü ve işçi kitlelerinin birikmiş öfkesine çok güvendiği için bu alanda asla iktidar olamamıştır. siyasal erki eline geçirmiş olmasına rağmen hiçbir zaman kültürel aygıtı ele geçirememiş, orada iktidar olamamıştır." sonuç olarak 1950-60 arası, kültür ve sanat alanlarında en büyük baskıların yaşandığı bir dönem olmuştur ama, şairin, sanatçının devletten kopma süreci de bu dönemde tamamlanmıştır denilebilir.
devletin ezici gücünün her zamandan çok ve ağır biçimde hissedildiği 1980'ler, eski hayallerin, umutların, ütopyaların dağılış yılları olduğu kadar bireyin hiçleniş yıllarıdır da. istenen, biçimlendirilmeye çalışılan birey, devletin ezici yetkesi altında, verilen emre uymaya hazır, suya sabuna dokunmayan, nasıl olursa olsun bir yoldan kendini kurtarma çabası içinde edilgin bir kişidir. umarsızlığı, bunalmışlığı içinde tek başınadır. yalnız kalan birey, gerek devletin, gerekse egemen çevreleri her türlü saldırısına, propagandasına açıktır. cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar özgürleşen, ipleri eline geçiren serbest ekonomi, liberal toplum yandaşları, savlarının tersine, medyaların biçimlendirdiği kişiliksiz bir birey yaratır.