milan kundera
hiç kimse duygusal insanlardan daha çok duyarsız değildir.
bir yazar için eleştirilmemekten daha berbat bir şey olamaz. büyük müzik yapıtları nasıl sonsuz sayıda dinlenebilirse, büyük romanlar da tekrar tekrar okunmak için yazılmışlardır.
nesneler birbirine ne kadar yabancı ise buluşmalarından doğan ışık da o ölçüde büyüleyicidir.
ahlaki yargıyı askıya almak, romanın ahlaksızlığı değildir, romanın ahlakıdır. insanın, hemen, durmaksızın, herkesi, bütün dünyayı yargılamak gibi söküp atılamayan alışkanlığına karşı çıkan ahlak. bu ateşli yargılama yeteneği, romanın sağduyusu açısından en korkunç budalalık, en tehlikeli kötülüktür.
dünyanın tanrısızlaştırılması, modern çağ'ı belirleyen olaylardan biridir. tanrısızlaştırma, tanrıtanımazlık anlamına gelmez; bireyin, düşünen ben'in (ego'nun) her şeyin temeli olarak tanrının yerini aldığı durumu belirtir; insan inancını korumayı, inançlı olmayı, kilisede diz çökmeyi, yatağında dua etmeyi sürdürebilir; dindarlığı artık yalnızca kendi öznel evrenine ait olacaktır.
sanat için en korkunç şey, onun kendi tarihinin dışına düşmesidir; bu, estetik değerlerin artık algılanamaz duruma geldiği bir kaos içine düşüştür.
yaratıcı aklı "sanat dışı" bir öge, kişilerin "yaşayan" kişiliklerini sakatlayan bir öge olarak gören ön yargı, sanattan kesinlikle hiçbir şey anlamayanların duygusal saflığından başka bir şey değildir.
romana özgü görecelik dünyasında kine yer yoktur: hesaplaşmak (ister kişisel ister ideolojik hesaplaşma olsun) amacıyla bir roman yazan romancı, tam ve kesin bir yıkıma teslim etmiştir kendini.
"kadınlar içten bir erkeğin cinsel ilişkiden başka bir şey düşünmediğine inanarak yanılgıya düşerler. cinsel ilişki ancak bir simgedir ve tam tersine önem bakımından onu güzelleştiren duygunun kat kat fazlasına eşittir. erkeğin bütün aşkı kadının teveccühünü (sözcüğün gerçek anlamında) ve iyiliğini kazanmayı amaçlar."
insan sürgündeyse ve her şeyden yoksun kalmışsa, pek az tanıdığı, bira şişeleri arasında seviştiği mini minnacık bir kadın ise, aşk maşk karışmaksızın bütün bir evrene dönüşür.
jean-jacques rousseau: müzik, nesneleri doğrudan doğruya temsil etmez; ama insanın ruhunda onları gördüğümüz zaman hissettiğimiz duyguların aynını uyandırır.
ernest ansermet: insanın yüreğinde gizli kalan duygusal etkinlik her zaman müziğin kaynağında bulunmuştur.
öze, asıl olana seslenen şey derindir.
duyarsızlık yatıştırıcıdır; duyarsızlığın dünyası, insansal yaşamın dışındaki dünyadır, sonsuzluktur.
bir sanat yapıtında gerçekliğin şu ya da bu görünümünü tanımak, anlamak, ele geçirmek niyettir. aramak yerine, onda bir tavır (siyasal, felsefi, dinsel, vb.) bulmak isteyenlerden oldum olası derinlemesine ve şiddetle nefret etmişimdir.
herhangi bir olguyu derinlemesine tanımak için, onun gerçek ya da gizil güzelliğini anlamak gerekir.
susmaktan başka bir şey yapılamayacak şeyler vardır.
şimdiki zaman, şimdiki zamanın somutluğu, incelenecek olgu olarak, yapı olarak bizim için bilinmeyen bir gezegendir; bu nedenle, onu ne belleğimizde tutabiliriz ne de imgelem gücümüzle yeniden kurabiliriz. insan yaşadığı şeyin ne olduğunu bilmeden ölür.
hiçbir şey yaşamın biçeminden daha gizli değildir: her insan yaşamını mitosa dönüştürmeyi dener, onun adeta şiir olarak suretini çıkarmayı, onu dizelerle (ama kötü dizelerle) örtmeyi dener.
insanları birbirlerinin üzerine salan uzlaşmaz bir ideolojik düşmanlık değildir; ama karanlık ve açıklanmaz bir güçtür, insanlar için düşünceler bir paravanadan, bir maskeden, bir bahaneden başka bir şey değildir.
"beethoven'da insanı şaşırtacak ölçüde zayıf bölümler vardır. ama güçlü bölümleri değerlendiren de bu zayıf bölümlerdir. tıpkı, olmasaydı, üzerinde boy atan güzel ağaçtan zevk alamayacağımız çimenlik gibi."
roman, bir insan hayalinin ürünüdür: başkasını tanıyabilme hayali. ama birbirimiz hakkında ne biliyoruz? yapılacak şey, insanın kendi hakkında bir rapor hazırlamasıdır. gerisi yalandır. james joyce'tan bu yana, yaşamımızın en büyük serüveninin serüvensizlik olduğunu biliyoruz.
düşüncenin özgürlüğü, sözcüklerin, davranışların, şakaların, düşüncelerin, tehlikeli fikirlerin, zihinsel kışkırtıların özgürlüğü daraldıkça, genel konformizm dikkati onu gözaltında tuttukça, itkilerin özgürlüğü giderek büyür.
kültürün gücü buradadır: varoluşsal bilgiye dönüştürerek zulmü bağışlatır.
başkalarının özel yaşamının dile düşürülmesi, bir alışkanlık ve kural olur olmaz, bireyin yaşamasının ya da ölümünün kumarın en büyük kavı olduğu bir çağda buluruz kendimizi.
bir yaşamöyküsünün değeri açıkladığı gerçek olguların yenilik ve doğruluğundan kaynaklanır. bir romanın değeri, yaşamın yaşam olarak o zamana kadar gizlediği ulakların ortaya çıkartılmasındadır; başka bir deyişle, roman hepimizin içinde gizli olan şeyi bulgular.
iyi bir şair olmak ve aynı zamanda kuşku götürmez bir zulmü benimsemek bir skandaldır.