john reader
ne zaman ki insanlar büyük yerleşik topluluklar halinde bir araya gelmeye başladılar; salgın hastalıklar yaygınlaşabildi. gerçekten de, hiç ara taşıyıcı olmaksızın, kişiden kişiye doğrudan geçen bakteriyel ve viral hastalıklar, uygarlık hastalıklarıdır. insanlığın geniş, karmaşık ve yoğun nüfuslu kent yerleşimlerinde, şehirlerde yaşamayı seçmesinin karşılığında ödediği bedeldir. resmen bilinen bütün salgın hastalıklar -kızamık, kabakulak, boğmaca, çiçek ve diğerleri- tarım, sürekli yerleşim ve gelişen şehirlerin ortaya çıkışından itibaren gelişim gösterdiler. muhtemelen tümü insanlara hayvanlardan geçmiştir; özellikle de evcilleştirilmiş hayvanlardan. kızamık örneğin, sığır vebası virüsü ile alakalıdır; grip domuzlardan geçmiştir; çiçek ineklerde görülen çiçek hastalığıyla akrabadır.
insanlar bugün evcil hayvanlarla toplam 296 hastalığı paylaşmaktalar; bunların çoğu birden fazla tür ile paylaşılıyor. bunların 46'sı koyun ve keçilerden, 26'sı kümes hayvanlarından, 32'si ise fare ve sıçanlardan insana geçmiş.
veba bir şehri vurdu mu, çoğu sakinin tek yapabildiği, kaderci bir korku içinde beklemek ve hastalığın kurbanlarını seçmesini izlemekti. pek azının gücü, alaycı bir tavırla hayatta kalmanın tek garantisi olarak önerilen "hızla koş, uzaklaş ve olabildiğince geç dön" anlamına gelen "cito, longe, tarde" adlı üç etken maddeden oluşan çözümlere yetebiliyordu. bunlar, azınlığın gücünün yettiği lükslerdi. çoğunluksa şehirlerde şansını denemek zorundaydı. kaçamayanların ilacı yoktu. ölüm korkunç derecede acılı olabiliyordu; tek merhameti hızlı olmasıydı.
17. yüzyılın erken dönemlerinde bazı fransız doktorlar hasta ziyaretleri sırasında, kalın bir balmumu ve aromalar katmanıyla kaplı, tamamen örten bir cübbe giyme yöntemini benimsediler. üniforma, tepesinde enseyi ve başı koruyacak bir kukuleta ve şapka, gözleri korumak için gözlük, parfüm ve dezenfektana batırılmış bir filtreden doktorun nefes almasını sağlayacak gaga şeklindeki bir burunla tamamlanıyordu. rahatsız ve uğursuz bir kıyafet -venedik karnavalının katılımcıları hala giyerler- fakat gerekli diye inanmaktaydı doktorlar; çünkü miyasma* zehirleri yumuşak, parlak yüzeyine yapışamıyor ve böylece bir yerden bir yere taşınamıyorlardı. işe yarar görünüyor, cübbeli doktorlar hayatta kalıyordu ve iddiaların dairevi doğasına uygun olarak, hastalığın yayılmasında miyasmaların rolü üzerine geçerli teorileri de doğrular durumdaydı.
fakat 1657 salgınında cenova'daki veba kurbanları ile ilgilenen enerjik, genç bir papaz bu konuda kuşkuluydu. peder antero maria da san bonaventura'nın ne geçerli teoriye ne de uygulamaya inancı vardı ve de parlak balmumundan cübbelerin insanları vebaya yakalanmaktan alıkoymada işe yaramadığına emindi: "balmumu cübbe insanı sadece içinde yerleşemeyen pirelerden korumaya yarıyor." diye açıklıyordu. peder antero pirelerden korunmanın vebadan da korunma demek olduğunu bir bilseydi..
pireler orta çağ hayatının sık rastlanan bir özelliğiydi; hastalığı taşıyıp ısırdıkları insanlara bulaştırdıklarını kim tahmin edebilirdi? herkes vebanın özellikle yün, pamuk, kenevir, halı, keten, tohum torbaları ve benzerleriyle uğraşan kişilerde görüldüğünü biliyordu; ama bu, ürünlerin kıllı ve yapışkan olmasına yoruluyordu; pire barındırdıkları gerçeğine değil. diğer taraftan sert, pürüzsüz ve kaygan maddeler güvenliydi; çünkü miyasmalar bunlara yapışamıyordu, pireler de.
veba zamanında büyük prensler kurtuluş için edilen duaları yönetirlerdi. biz bugün inancımızı doktorlar ve ilaç sanayisine adıyoruz. hastaneler 21. yüzyılın katedralleri.
* miyasma: salgın hastalıklara yol açtığına inanılan etken (tdk); çürümüş hayvansal veya bitkisel dokulardan havaya yayılan zararlı buhar (daphne/ekşi sözlük).