antonio tabucchi
yaşam bir deliliktir.
her yerde stoacı bir yaşam sürülebilir.
"ben gösterişsiz lokantaları severim, hep alçak gönüllü bir yaşam sürmüşümdür."
"hiç değilim ben, asla hiç olmayacağım, hiç olmak isteyemem."
belki de aşk mektuplarının hepsi gülünç değildir.
"eserlerim gecenin içinden doğdu ve hepsi de gece eseridir."
yaşamı çözmek mümkün değil, diye karşılık verdi pessoa, asla soru sormamak, asla inanmamak gerekir, her şey giz içinde.
kıskanıyorum sizi, dedi antonio mora, sizi gerçekten kıskanıyorum, mutlu anlar yaşadınız, söyleyin bana, iyileşebildiniz mi? doğrusu, dedi pessoa, o sıralar kara bir bulut çökmüştü üzerime, anlarsınız, ne yapacağımı bilemiyordum, deliliği kabul etse miydim, yoksa kendimi tago'ya mı atsaydım? bir aileye, bana bakacak, sevgi ve şefkat gösterecek birine gereksinim duyuyordum ve bu ailede bir yuva buldum, sonra tek başıma kaldığımda; çünkü bazen evde yalnız kalıyordum, bir köpek vardı, jo adında güzel bir siyah köpek, çok akıllı bir kırmaydı, ona gizemli şiirlerimi okurdum, eminim bu köpek bir eski mısır tanrısının yeniden yeryüzüne gelmiş ruhuydu, patisiyle döşemeleri tırmalayarak dizelerimin ölçülerini veriyordu ve bu hayvansal ve tanrısal kesileme sayesinde ben de dizelerimi kesileyip müziğe dönüştürüyordum. sonra da gidip terasa kuruluyor ve koyu seyre dalıyordum, akşamüstü dönen balıkçı kayıklarına bakıyor, neşeyle birbirlerine bağıran denizcilerin seslerini işitiyor, katran ve ağların kokusunu içime çekiyordum; her şey güzel ve eskildi, kendimi böyle iyileştirdim, ölümü unutup yeniden yaşamaya başladım.
pessoa yanağını yastığına yerleştirdi ve bitkin bir şekilde gülümsedi. sevgili antonio mora, dedi, proserpina diyarında beni bekliyor, gitme zamanı geldi, şu yaşam diye adlandırdığımız imgeler tiyatrosunu terk etme zamanı geldi. ruhumun gözlüğüyle gördüğüm şeyleri bir bilseniz, yukarıdaki sonsuz boşlukta orion'un kollarını gördüm, şu yeryüzü ayaklarıyla güneyhaçı takımyıldızında yürüdüm, parlak bir kuyruklu yıldız gibi sonsuz geceleri, imgelemin, şehvetin ve korkunun yıldızlar arası boşluklarını aştım; erkek, kadın, ihtiyar, küçük kız oldum, batı başkentlerinin geniş caddelerindeki kalabalık oldum, sessizliğine ve bilgeliğine imrendiğim doğu'nun dingin buda'sı oldum, kendim ve başkaları, olabileceğim herkes oldum, onurlar ve onursuzluklar, coşkular ve yılgınlıklar yaşadım, erişilmez nehirler ve dağlar geçtim, huzur dolu sürüleri seyrettim ve başıma güneş ve yağmur geçti, kızışmış dişi oldum, sokakta oynayan kedi oldum, güneş ve ay oldum; çünkü yaşam yeterli değildi. artık yeter, sevgili antonio mora, benim yaşamım bin yaşam demekti, yorgunum şimdi, mumum eridi. artık, rica ederim gözlüğümü verin bana.
antonio mora elbisesini düzeltti, içinde prometeus doğuyordu. ey yüce gökyüzü, diye haykırdı, çevik kanatlı yeller, nehir kaynakları, deniz dalgalarının sayısız gülümsemesi, yeryüzü, evrensel ana, sizi çağırıyorum, sizi ve her şeyi gören güneş yuvarı, bakın neler çekiyorum. pessoa içini çekti. antonio mora masadan gözlüğü aldı ve yüzüne yerleştirdi. pessoa gözlerini koca koca açtı ve elleri çarşafın üzerinde durdu. saat tam yirmi otuzdu.
dekadan, fütürist, avangardist, nihilist oldu. 1928 yılında, yüzyılın en güzel şiirini, tütüncü dükkânı'nı yazdı.