banana yoshimoto
hepimizin yürüdüğü bu tümüyle karanlık ve ıssız yolda aydınlatacağımız tek yolun kendimizinki olduğunu ne zaman anlamıştım? sevgiyle büyütülmüş olmama karşın her zaman yalnızdım.
bir gün mutlaka herkes zamanın karanlığına dağılıp yok olacak. ben hep benliğime yerleşmiş bu anlayış ile yaşadım.
hayat çok zor olabilir. ama insan hiç gerçek üzüntü yaşamamışsa, hayatın içinde bulunduğu yerin kıymetini bilmeden, gerçek mutluluğun ne olduğunu anlamadan yaşlanır.
meydana gelen kötü olayların seni çok üzdüğü, önündeki dik yokuşa bakmaya cesaret edemediğin çok günler olur. aşk bile insanı bundan kurtaramaz.
ne olursa olsun, ben hayata öleceğimi bilerek devam etmek isterim. öyle olmazsa yaşayamam. su anda yaşadığım hayatı mümkün kılan budur.
karanlıkta, sarp bir kayalıkta yavaş yavaş hareket ederken: ana yola varınca insan rahat bir nefes alır. tam daha fazla dayanamayacakken insan ay ışığını görür. kalbe doluyor gibi görünen güzellik: bilirim bunu.
aşk eğlence değildir, aynı zamanda bir başkasının acısını da paylaşmaktır.
zamanın ve duyguların değişken med cezirleri içinde insanın hayatının çoğu belleğine gömülür. ve özel bir değeri olmayan ya da yeri doldurulamayacak şeyler bir kış gecesi, kafede aniden su yüzüne çıkabilir.
"rahatsız etmemek için ay ışığı gölgelerini
demirlemek üzere getirdim
burnun ucuna teknemi."
neden bu kadar az seçeneğim var? en aşağılık solucanlar gibi yaşıyoruz. her zaman yenik, yenildikçe yemek yapıyor, yiyor, uyuyoruz. sevdiğimiz herkes ölüyor. yine de yaşamdan vazgeçmek söz konusu olmuyor.
insanlar durumlara ya da dış kuvvetlere yenilmiyorlar, yenilgi içeriden hücum ediyor.
sevilen birinin öldüğü yerde zaman sonsuza dek durur, insan kendi kendine, dua eder gibi, eğer aynı yerde durursam onun duyduğu acıyı hissedebilir miyim, diye sorar.
derler ki eski bir şatoyu ziyaret ederken o yerin tarihi, yıllar önce orada yürüyen insanların varlığı, vücutta hissedilebilir.