pablo neruda
olay, puerta saavedra'da denize yakın bir yerde geçiyor.
budi gölü üzerinde kuğu avlıyorlardı. hem de gaddarcasına. kayıklarla gizli gizli yaklaşıyor, sonra birden son hızla küreğe asılıyorlardı.
kuğular tıpkı albatroslar gibi, uçuş durumuna kolayca geçemezler; önce su yüzeyinde kaya kaya uçmak zorundadırlar. uçuşun başlangıcında koca kanatlarını çok zor kaldırabilirler. böylece hemen yakalanır ve kalın sopalarla da işleri oracıkta bitirilir.
bir gün bana öyle bir kuğu getirdiler ki, canlıdan çok ölüye benziyordu. dünyada eşi bulunmayan bu kuş türünün en güzellerinden, siyah boyunlu kuğulardandı: kar beyazı bir karın ve siyah ipekliye bürünmüş bir boyun, turuncu bir gaga, kırmızı gözler.
bana verdiklerinde yarı ölü durumdaydı gerçekten. yaralarını temizledim ve boğazına küçücük ekmek ve balık kırıntıları tıkıştırdım. yediği her şeyi çıkarıyordu. bununla birlikte yavaş yavaş yara berelerinden kurtulmaya, benim kendisinin dostu olduğumu anlamaya başladı. ve ben de onun sıla özleminden kıvrandığını görüyordum giderek. bunun üzerine, bir gün koca kuşu kollarımın arasına alıp caddelerden geçerek ırmağa götürdüm. benim biraz uzağımda yüzüyordu. avlanmasını çok istiyor, ona dipteki çakılları, üstünde güneyin gümüş rengi balıklarının kayarcasına ilerlediği kumu işaret ediyordum. onun bakışlarıysa ta uzaklardaydı.
böylece her gün, yaklaşık yirmi gün boyunca, onu ırmağa götürüp getirdim. kuğu neredeyse benim boyumdaydı. bir öğle sonrası, yine oldukça dalgındı; yanımda yüzmeyi sürdürüyor, yeniden avlamayı öğretmek istediğim sivri sıçanlarla ilgilenmiyordu bile. çok sakindi o gün; eve götürmek için yeniden kollarımın arasına aldım. onu göğsümün hizasına getirerek tuttuğumda, bir şeridin, kol genişliğinde siyah bir hortumun, yüzümü hafifçe yalayarak yuvarlandığını hissettim. bu, onun yılan gibi kıvrılarak düşen uzun boynuydu.
böylece öğrendim ki, kuğular üzüntüden öldüklerinde, öldüklerini hiç belli etmiyorlardı.