amin maalouf
kendimi hiçbir zaman dinsel bir topluluğun ya da uzlaşması olanaksız birkaçının üyesi gibi görmedim; hiçbir zaman bütünüyle bir ulusun parçası hissetmedim.
eğer yöneticiler yozlaşmışsa, halkın kendisi de en az o kadar yozlaşmış demektir. yöneticiler bu genel kokuşmanın yüze vuran görüntüsüdür. ağacı, kökünden başlayarak iyileştirmek gerekir.
birine bir felaket haberi verdiğinizde ayakta olmadığından emin olun.
dünyaya uyanık gözle bakan kişi
yaşamın çürüyüp giden bir tohum olduğunu gözler kuşkusuz
yalnızca özgür bir ruh
üstünde mutsuzluktan başka bir şey bitmeyen çayırlardan vazgeçip
sonsuzluğun kokusunu içine doldurmayı bilir
atalarımız, çocuklarımız gibidir; duvardaki bir delikten, odalarında oynamalarını izleriz ve onlar bizi göremezler.
yaşam, zaman zaman incelikten yoksun davranabilir ve densizliklerini kötü bir zamanda, hiç gülümsemek istemediğimiz bir anda önümüze serebilir.
onca düşman yüzyılın içinden zor geçerlerdi, ruhlarını bir maske altında saklamayı öğrenmemiş olsalardı eğer.
çocuk biraz okursa, ailesine yardım eder; çok okursa onlarla konuşmak bile istemez.
insanın bu dünyada yaptığı her şeyin, iyiliklerin ve kötülüklerin hesabı, öldükten sonra görülürmüş; sadece ana babasına davranışı dışında.. bunun için yaşarken ödüllendirilir ya da cezalandırılırmış insan!
vatan sevgisi, bir yaradılış zayıflığıdır yalnızca.
hiçbir ışık parçacığı önemsiz sayılamaz; özellikle de uzaktan, onlardan yararlanan kişiler için.
gerçek, çok ender toprağa gömülür; utanma, acı ya da kayıtsızlık perdelerinin arkasına sinmiştir sadece; öte yandan sizin de bu perdeleri aralamayı tutkuyla istemeniz gerekir.
iki yüreğim olmalıydı; birincisi duygusuz, ikincisi her dem sevdalı.
hangi güzel için atıyorsa onaverirdim ikinciyi; öbürüyle de mutlu yaşardım.
bir inananlar topluluğu, doğuştan parçası olduğunuz bir kabile olmamalıydı! insan araştırabilmeli, düşünebilmeli, okuyup karşılaştırabilmeli, sonra da özgürce, kendi inançları doğrultusunda bir dine bağlanabilmeliydi!
ah şu delilik! şu, hiçbir zaman herkes gibi davranmama inadı!..
insanoğlu bu şaşkınlığından ne zaman vazgeçer? ne zaman uyanır? bilgelik yolunu ne zaman bulur? gözün akı, aynı gözkapağının altında, gözün karasıyla bir arada yaşamayı reddederse, düşünebiliyor musunuz, neler olur?
bizlerde, göçebe ruhlu insanlar olarak, kalıntı ve gezi kültü vardır. kalıcı hiçbir şey inşa etmeyiz ama iz bırakırız. ve arkadan gecikmeyle gelen bazı sedalar.
geçmiş, kaçınılmaz olarak bölük pörçüktür, kaçınılmaz olarak yeniden kurgulanır, yeniden yaratılır. orada, yalnızca bugünün gerçeklerinin hasadı yapılabilir. bugünümüz geçmişten doğduysa, geçmişimiz de bugünden doğmuştur. gelecek de bugünkü soysuzluklarımızın hasatçısı olacak.
eşitlik çoğu kez değişken geometrilidir.
alfred, yaşamı boyunca sorunlu bir çocuk olmuş gibi görünüyor. kardeşlerinden biri bir yere yerleşir yerleşmez, onun yanında bir iş edinmek için yanında bitiyordu; işe gidiyordu ama hoşlanmadan ve kara kara düşünüyordu. huzursuz, kuşkulu, içe kapanıktı; meslektaşlarıyla da, üstleriyle de normal ilişki kuramıyordu; hatta kardeşleriyle de. ilişkisi bozulunca da işten ayrılıyordu. işte bu yüzden onu kimi zaman, britanya ordusunun servislerinden birinde çalışırken; kahire'de, mısır hükümetinin memuru olarak; daha sonra, halep'te, çok kısa süre önce kurulmuş demir yolları şirketi'nde görevli olarak çalışırken; en sonunda da havana'da buluyoruz..
borç verenle borçlu arasındaki insani ilişkileri saydam tutmak çok zordur.
kötülük, tüm kötülük, "aşk" sözcüğünün ardına gizleniyor.
genelevlerde herkesin ağzında dolaşan o sözcükte.
eğer, aradan bir süre geçip de ilerlemiş ulusları yakalayamazsak, bunlar bize insan gözüyle bile bakmayacaklardır artık.
maymun iştahlı bir ulusuz biz, tutkuların rüzgarıyla sürüklenir gideriz oradan oraya..
gençliğine üzülmek bir işe yaramaz
ne de yaşlılığı kötülemek
ne de ölümden korkmak
yaşamın senin, içinde yaşamakta olduğun gündür
yalnızca o
avut kendini öyleyse, mutlu ol
ve hazır ol çekip gitmeye
hoyrat davranarak ilk sıraya yükselmektense, ahlaksal inceliğini koruyarak biraz geride kalmak daha iyidir.
inananlar için hiçbir açıklama gerekli değildir; inancı olmayanlara da hiçbir açıklama yapılamaz!
cinlenmiş kişiler; yeryüzünde insanların umutsuzluk içinde kıvrandığı, başlarına gelen felaket yüzünden ruhlarının kırılgan hale geldiği her yerde, yerden biter gibi bitiveren kişilerdir.
bu dünyada herkes kendine ayrılmış zamanı tüketiyor, sonra da gidip mezarında uyuyor. onlar için hiçbir şey ifade etmeyeceğimize göre, bizden sonra gelecek olanlar için kafa patlatmanın ne gereği var? iyi ama her şey unutulmaya yazgılıysa, neden bir şeyler kurmaya çabalıyoruz ve atalarımız neden bir şeyler kurdu? neden yazıyoruz ve atalarımız neden yazdı? evet, durum böyleyse, neden ağaç dikelim ve neden çoluk çocuğa karışalım? bir dava için savaşmak neye yarar, ilerlemeden, gelişmeden, insanlıktan, gelecekten söz etmek neye yarar? içinde yaşanan an'a gereğinden çok ayrıcalık tanımakla, bir ölüler okyanusunun bizi kuşatmasına göz yummuş oluruz. bunun tersine, geçip gitmiş zamanı yeniden canlandırırsak, yaşam alanımızı genişletmiş oluruz.