27.11.2009

biçim

witold gombrowicz

sanatla çocuk gibi oynamaktan vazgeçin; tanrı aşkına, sanatı büyütmek, şişirmek alışkanlığını bırakın; söylencelerle oyalanacak yerde, olgulardan ders alın. yalnızca bu bile sizi gerçekliği algılamaya elverişli duruma getirerek, ciddi bir rahatlama sağlayacaktır; ama aklınızı yoksullaştıracak ya da darlaştıracak diye korkmayın artık. gerçeklik budalaca kuruntulardan, uydurma kurgulardan her zaman daha zengindir.

sanatın biçimin yetkinleşmesine dayandığı kesindir. ne var ki -sizin ikinci büyük yanlışınız burada- onun biçim planında yetkin yapıtlar yaratmakta toplandığını sanıyorsunuz; biçimi yaratmanın bu evrensel ve sonu gelmez sürecini şiirler ve senfoniler üretmeye indirgiyorsunuz; oysa biçimin yaşamımızda oynadığı çok önemli rolü sezmeyi ve bunu başkalarına anlatmayı bile hiçbir zaman beceremediniz. ruhbilimde bile ona hak ettiği yeri veremediniz. tutumumuzun duygular, içgüdüler ve düşüncelerle belirlendiğini sanmaya devam ediyorsunuz ve biçimi yapay bir eklenti, basit bir süs gibi görmek eğilimindesiniz. ölen kocasının cenazesini izleyen dul kalmış bir kadın hıçkıra hıçkıra ağladığında, onun dayanılmaz bir kayba uğradığı için böyle ağladığını düşünüyorsunuz. herhangi bir mühendis, avukat ya da doktor karısını, çocuklarını ya da bir dostunu öldürdüğünde, onun kendisini kan dökücü içgüdülerine kaptırdığını sanıyorsunuz. bir politikacı budalaca konuştuğunda ise, en budalaca sözleri söylediği için onun budala olduğu sonucuna varıyorsunuz; ama gerçekte bakın nasıl oluyor: insanoğlu doğrudan doğruya ve doğasına uygun olarak konuşmuyor; her zaman belli bir biçimden geçiyor. bu biçim, bu biçem, bu varoluş biçimi yalnızca ondan kaynaklanmıyor, aynı zamanda ona dıştan zorla kabul ettiriliyor; işte bu yüzdendir ki aynı kişi, akıllıca ya da tersine, budalaca, kan dökücü bir biçimde ya da melekler gibi, olgunluk ya da hamlıkla, kendine düşen biçem ve başkalarına bağlılığına göre kendini dışa yansıtabiliyor. kurtlar ve böcekler nasıl bütün gün yiyecek peşinde iseler, biz de zamanımızı biçim aramakla geçiriyoruz, başka insanlarla bir biçem, bir yaşam biçimi için savaşıyoruz; ister tramvayda gidelim, ister kendi arabamızı kullanalım, ister eğlenelim, ister dinlenelim ya da iş görelim, her zaman ve her durumda biçim ararız; biçimle haz duyarız, onunla acı çekeriz, ona boyun eğeriz ya da onu bozarız ya da paramparça ederiz ya da onun bizi eğlendirmesine izin veririz, amin.

ey biçimin gücü! biçimle ölür uluslar. biçim savaşlara yol açar. biçim içimizde bizden kaynaklanmayan bir şeyi ortaya çıkartır. biçimi bilmiyorsanız hiçbir zaman budalalığı, kötülüğü, adam öldürmeyi açıklayamazsınız. en ufak tepkilerimize kumanda eden odur. kolektif yaşamın temelinde o bulunur. ama sizin için biçim ve biçem yalnızca kağıt üzerinde vardır, anlatılarınızın biçemidir. baylar, sanat sunağının önünde diz çöktüğünüzde insanlara çekinmeden gösterdiğiniz o kıçınıza kim bir şaplak indirecek? sizin için biçim canlı, insani, pratik, deyim yerindeyse gündelik bir şey değil; bir tür görkemli simge. kağıdınızın üstüne eğildiğiniz sırada kendi kişiliğinizi unutuyor ve kişisel, canlı biçeminizi yetkinleştirmek yerine, keyfi biçem oluşturmalara kalkışıyorsunuz. sanattan yararlanacak yerde siz ona hizmet ediyorsunuz ve koyun gibi, onun sizin gelişmenizi engellemesine, sizi uyuşukluğun içine atmasına izin veriyorsunuz.