franz kafka
her insan kendine özgüdür ve kendine özgülüğünden ötürü yaşamda bir rol oynamak gücüyle donatılmıştır; yeter ki, kendine özgülüğünden tat alsın.
benim kendi deneyimlerime göre, gerek okulda, gerek evimizde kendine özgülük yok edilmeye uğraşılıyordu. bu yoldan eğitimde kolaylık sağlanıyor, beri yandan yaşam ben çocuk için kolaylaştırılmak isteniyordu. ancak, zorlamalardan doğan sıkıntıyı daha önce tadıyordum ister istemez. çünkü akşamleyin heyecanlı bir kitabı okumaya dalmışken, kendisinden başkası için söz konusu olmayan birtakım nedenler öne sürülerek okumayı bırakıp yatmaya gitmesi gerektiği, bir çocuğun kafasına asla sokulamaz. örneğin, bana artık zamanın geç olduğu anımsatıldı mı okuya okuya gözlerimi bozacağım, sabahleyin uykumu alamayacağım ve yataktan kalkmakta güçlük çekeceğim, bütün bunlarınsa o pespaye ve salakça kitaba değmeyeceği söylendi mi, söylenenleri kesinlikle çürütemiyordum; ama bunu başaramayışım, söylenenlerden hiçbirinin benim için üzerinde düşünülmeye değer nitelik taşımamasından kaynaklanıyordu. çünkü her şey sonsuzdu bunun gibi, yani vakit geç sayılamazdı; göz nurum sonsuzdu, yani gözlerimi bozmam diye bir şeyin sözü edilemezdi. gece bile sonsuzdu hatta, yani erken kalkılamayacağı gibi bir endişeye yer yoktu; hem ben kitapları salakça ve zekice diye ayırmıyor; beni sarıyorlar mı, sarmıyorlar mı, ona bakıyordum. okuduğum kitaplar da sarıyordu beni. bunu elbet böylece dile getirip söyleyemiyordum; ama okumamı sürdürmeme izin vermeleri için yalvarıp yakarmalarımla baş ağrıtıyor ya da yasaklamalara karşın okumamı sürdürmekten geri kalmıyordum. bu, benim kendime özgülüğümdü.
kendime özgülüğümü baskı altına almak isteyerek gaz lambasını söndürüp beni ışıksız bırakıyor, davranışları için de şöyle bir neden ileri sürüyorlardı: "baksana, herkes uyumaya gidiyor; eh, sen de uyuyacaksın herhalde. böyle olduğunu görüyor, aklıma yatmamasına karşın çaresiz buna inanıyordum.
çocuklar kadar çok devrimler gerçekleştirmek isteyen kimse yoktur. ama üzerimde uygulanıp bir bakıma değeri yadsınamayacak baskıyı bir yana bırakırsak, hemen her konudaki gibi bu konuda da, genel örneklerden kalkılıp sivriliğinin köreltilmesi bile başarılamayan bir diken benim için varlığını hep koruyordu. diyeceğim, özellikle böyle akşamlar, dünyada benim kadar istekle kitap okuyacak hiç kimsenin çıkmayacağı gibi bir sanıya kaptırıyordum kendimi. ne var ki, başvurdukları genellik örneğini çürütmede şimdilik işe yaramıyordu bu; kaldı ki, içimde önüne geçilemeyecek kadar güçlü bir okuma hevesinin yaşadığına da inanmadıklarını görüyordum. ancak yavaş yavaş ve çok sonraları, belki bendeki heves artık tavsamaya başladığından, diğer pek çok kimsenin de okumaya karşı bendeki gibi güçlü bir istek duyduğu; ama bu isteklerini baskıladığı yolunda bir çeşit kanı belirdi içimde. işte o zaman bana yapılan haksızlığı anladım, mahzun mahzun kalkıp yatmalara gittim.
aile içindeki yaşamımla ilerdeki tüm yaşamıma bir bakıma damgasını vuran hıncın ruhumda ilk kez filizlenip yeşermesi bu döneme rastlar. gerçi okuma yasağı tek bir örnek yalnız; ama karakteristik bir örnek; çünkü ilgili yasağın derinden derine etkisi altında kaldım. kendine özgülüğüm benimsenmedi; ama ben onu varlığımda hissettiğimden -bu konuda pek duyarlı ve hep tetikteydim- bana karşı gösterilen davranışa, beni bir mahkum ediş diye baktım ister istemez. peki, daha bu açıkça sergilenen kendime özgülüğüm böyle hoş karşılanmazsa, ufak bir uygunsuz yanını görüp içimde saklı tutarak açığa vurmadığım kendime özgülükler ne fena şeyler olmalıydı, kimbilir..