endişe ya da umuttan daha yüksekte gülümseyen
ey kuğu, karanlık gerçekdışı suda gerçek yer
ey pınar, derince akşam olduğunda
en saf varoluş saçılmış kandır
yıkıntılar kuşu ayrılıyor ölümden
yuva kuruyor gri taşta güneşte
her acıyı, her belleği aşmış
bilmiyor yarın nedir sonsuzda
mükemmel olmayış doruktur
günün dibinde gün kurtaracak mı
birlikte olduğumuz az sayıda sözcüğü
öylesine sevdim ki ben bu güvenen günleri
başında duruyorum
kaplerimizin ocağında sönmüş birkaç sözcüğün
gürültüsü, kapalı
çamurlu suya çarpan sırığın
gecesi
ırmağın dibine kayan zincirin
başka bir yerde
hiçbir şey bilmediğim, yazdığım
belki zehirlenmiş bir köpek tırmalamaktaydı
acı toprağını gecenin
kabul et, uyumak için
sözüne
rüzgarın boralarıyla deldiği
sözcüklerimizi
dinliyorum senin
dünya içinden zorlanan
yapıtın hiçliğinde titreştiğini
algılıyorum
çağrılar tepinmesini
ki otlağı yanan ampuldür
avuç dolusu alıyorum toprağı
bu çeperleri perdahlı açıklıktan
orda ki dip yoktur
günden önce
dinliyorum seni, alıyorum
senin ip sepet'inden
bütün toprağı, dışarıda
imgeden önceki
acının zamanıdır daha
dışarıdaki elde, kapalı
filizlenmeye başlamıştır
dünyanın şeylerinin buğdayı
iç, ben suyum, yanmış
akışın omzundan
göğsün
bir yıldız yansımasıyla şiştiği yerde
iç, yansımada
sev üstümde benim, ki yakalayamazsın
sonsuz bir ağızla
devinimsiz varlığını yıldızın
hiçbir şey değişmedi
aynı yerler ve aynı şeyler
nerdeyse aynı sözcükler
ama, gör, sende, bende
bölünmemiş olan, görülmez olan toplanmakta
ey alev
ki yok ederken kutlarsın
kül
ki dağıtırken toplarsın
ışık ışıkla oynamaktadır
ve işaret hayattır
var olanın saydamlığı ağacında
arzu aşk olmuştu gecesel yollarıyla
yüzyıllar hüznünde ve anlaşılmış
güzellikle, kabul edilmiş sınırla, bellekle
aşk, zaman, taşıyor çocuğu, ki işarettir
sessizlik
yıkılmış bir köprü gibi üstümüzde
akşamda
dileğe kapalı olması gibi taşın
aradığımız neydi? hiçbir şey belki
tutku yalnızca bir düştür
onun elleri istemez