elif şafak
aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.
aşkın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. başlı başına bir dünyadır aşk. ya tam ortasındasındır, merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.
bir kadın aşık olduğu erkekle evlenmez. baktı bıçak kemiğe dayandı, geleceği için bir tercih yapması lazım, o zaman tutar iyi bir baba olacağını tahmin ettiği, sırtını yaslayabileceği adamı seçer.
her yerde aynı sefalet varken alemi gezmenin manası ne? yeni bir şeyler bulacağını mı sanıyorsun? bak dünyanın dört bir yanından yolcular gelir bu handa kalmaya. birkaç kadehten sonra hepsi aynı hikayeleri anlatır durur. insan her yerde aynı insan. aş aynı, su aynı, bok aynı bok!
nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil.
mevla aramakla bulunmaz, bu doğrudur ama mevla'yı ancak arayanlar bulabilir.
söylenmesi gereken bir şey varsa, dünya bir olup yakama yapışsa bile söylerim.
halk, basit ihtiyaçları olan tembel bir mahluktur. baştakilerin görevi halkın yanlış şeyler istemesine mani olup yoldan çıkmasına engel olmaktır. bunun için tek gereken şeriata harfiyen uymak.
akıl kolay kolay yıkılmaz. aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. ne varsa harap bir kalpte var!
ibn-i arabi bir gün genç rumi'yi babasının peşi sıra yürür görünce şöyle buyurmuştu: "fesüphanallah! bir okyanus, bir gölün ardında gidiyor."
her insan açık bir kitaptır. okunmayı bekler.
şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.
inanç aşk gibidir, ispat istemez. mantıksal bir açıklama beklemez. ya vardır, ya da yok.
hakikat ehli, şeriatın kaidelerine uymak zorunda değildir.
ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
ella dinden de dindarlardan da pek hazzetmezdi. tıpkı tarihte olduğu gibi günümüz dünyasında da en korkunç ve en anlı kavgaların din adına yapıldığını düşünüyordu. dinlerin insanlığa ne faydası vardı, insan ırkını birbirine kırdırmaktan başka?
şeriat der ki: "seninki senin, benimki benim."
tarikat der ki: "seninki senin, benimki de senin."
marifet der ki: "ne benimki var, ne seninki."
hakikat der ki: "ne sen varsın, ne ben."
ya cehennemden korkar, ya cennette ödül beklerler. oysa aslolan allah aşkıdır. onu unuturlar.
bana kalsa bir kova su alır cehennem ateşini söndürür, cenneti de ateşe veririm ki, sırf ve saf aşk kalsın. gerisi boş!
hz. muhammed: bu dünyada üç kişiye acıyın: bir kavmin aşağı düşen kişisine, yoksullaşan zenginine ve cahillere oyuncak olan bilginine."
sufi kusur görmez. kusur örter.
hikayem beni tamamen farklı bir mecraya sürükledi. her dönemeçte eski hallerimden biraz daha uzaklaştım. yolculuğun sonunda ben bir yere varmadım. yol beni değiştirdi.
önce diyorsun ki: dünyada bir ben varım!
sonra: bende bir dünya var!
ve en nihayetinde: ne dünya var, ne ben varım!
şems: mevlana coşkun bir nehirdir. yerinde saymayan, tüm insanlığı ve varoluşu kucaklayan, kimseye karşı bir ön yargısı olmayan, hep daha öteleri merak ve keşfeden, çağıl çağıl berrak bir nehir.. benim tek yaptığım o nehrin önündeki seddi yıkmaktır. o kadar.
şeriat, hakikat denizinde yüzen bir gemidir. aşıklar er ya da geç gemiyi bırakıp ummana dalar.
aşk bir milat demektir. şayet "aşktan önce" ve "aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir.
aşk bütün ayrımları geçersiz kılar.
cemiyetin bu saçma sapan kuralları kanımı donduruyordu. bu tür köhnemiş törelerin, insanı insana kırdıran adetlerin, allah'ın yarattığı mükemmel eserle ilgisi yoktu.
aile kavramını kan bağında değil ruh bağında bulmuştu.