18.01.2010

suç ve ceza

dostoyevski

küçük ayrıntılar, küçücük ayrıntılar çok önemli! her zaman her işi bozan bu ayrıntılardır.

böylesine süslü konuşmaya yatkınlığını da meyhanelerde tanımadığı çeşitli kişilerle konuşma alışkanlığından edinmiş olsa gerekti. bu alışkanlık bazı içkicilerde, özellikle evlerinde aşağılanan, ezilenlerinde çokça görülür. bu yüzden meyhanede, sanki haklılıklarını kanıtlamaya, olursa, bulundukları ortamda saygı bile kazanmaya çalışırlar.

her gizli şey bir gün ortaya çıkar.

sağlıksız ruhsal durumlarda düşler çoğu zaman olağanüstü bir belirginlikle, parlaklıkla, aşırı bir benzerlikle gerçeği andırırlar. kimi zaman olağanüstü bir tablo oluşur. ama ortam, olaylar öylesine inandırıcıdır, öylesine ayrıntılı, öylesine beklenmediktir, tablonun sanatsal yapısının ayrıntılarıyla öylesine uyumludur ki, bu düşü gören puşkin ya da turgenyev gibi bir sanatçı bile olsa, ayıkken böylesine şeyleri düşünmesi olanaksızdır. hastalıklı düşlerdir bunlar. uzun süre akıldan çıkmazlar, insanın altüst olmuş, zaten bozulmuş organizması üzerinde derin izler bırakırlar.

insanoğlu doğayı da düzenler, yönlendirir. yoksa kör inançlar içine gömülüp gider. öyle olmasaydı tek bir büyük insan çıkmazdı.

öte yanda, parasızlıktan boş yere yok olup giden binlerce genç, ışıl ışıl insanlar.. her yerde böyle bu! kocakarının manastıra bırakacağı parayla girişilebilecek, düzeltilebilecek yüzlerce, binlerce iş.. yaşamları yoluna girecek yüzlerce, binlerce insan; yoksulluktan, çürümüşlükten, yok olmaktan, ahlak bozukluğundan, cinsel hastalıklar yüzünden hastanelere düşmekten kurtulacak onlarca aile. bütün bunlar o kocakarının parasıyla olacak. öldür onu, al paralarını, git insanların yararına kullan. ne dersin, binlerce hayırlı iş küçücük bir cinayeti bağışlatmaz mı? binlerce yaşamın yok olmaktan, çürümüşlükten kurtulmasına karşılık bir yaşam. bir ölüme karşılık yüz yeniden doğuş. hesap var burada! ayrıca, toplumsal dengece bu veremli, aptal, acımasız kocakarının yaşamının ne anlamı olabilir ki? bir bitin ya da hamamböceğinin yaşamından fazlası olamaz. o kadar bile değildir; çünkü topluma zararı var kocakarının. insanların yaşamına zararı var.

hemen her suçlu suç anında bir irade, bilinç kaybına uğramaktadır. irade ile bilincin yerini bu ikisinin en çok gerekli oldukları bir anda, ender rastlanan çocuksu bir önemsemeyiş almaktadır. irade ile bilincin zayıflaması kişiyi bir hastalık gibi sarmakta, hastalık yavaş yavaş gelişmekte, suç öncesinde ise en yüksek düzeyine çıkmaktadır. hastalık bu biçimiyle suç anında da, suçun işlenmesinden sonra da bir zaman için vardır. sonra her hastalık gibi geçer. sorun şuydu: hastalık mı suçu doğuruyor; yoksa suç mu doğasındaki birtakım özelliklerinden dolayı hastalığa benzer bir şeyi beraberinde getiriyor?

önce yalnızca kendini sev; çünkü yeryüzünde her şey kişisel çıkar temeli üzerine kurulmuştur. yalnızca kendini seversen işlerini de gerektiği gibi yoluna koyarsın, kaftanın da bütün kalır. bir toplumda düzenli özel işler, başka bir deyimle, sağlam kalmış kaftanlar ne denli çoksa, o toplumun temelleri o denli sağlamdır. genel işleri de o denli yolundadır. bu demek oluyor ki, yalnızca ve özellikle kendim için kazandığımda bir yandan da herkes için kazanmış oluyorum. sonunda öyle oluyor ki, yakınım yarım bir kaftan yerine çok daha fazlasını elde ediyor. hem de bunu başkalarından sadaka gibi değil, toplumsal kazancın sonunda elde ediyor. son derece basit bir düşünce; ama ne yazık ki heyecan yüzünden, hayalperestlik yüzünden uzun süre insanlar akıl edememişler, arka planda bırakmışlar bunu. oysa bu gerçeği yakalamak için hiç de üstün bir zekaya gerek yoktu.

bir işin yapılmasında kimi zaman ustalık vardır, büyük bir kurnazlık vardır; ama davranışların yönlendirilmesi de, başlangıcı da yanlıştır; sağlıksız birtakım izlenimlere bağlıdır. düşe benzerler.

kapılarını kilitlemelerini gerektirecek bir şeyleri olmayan insanlar ne mutludurlar, değil mi?

her şeyi "toplumdaki bozukluklara" bağlıyorlar. buradan da şu sonucu çıkarıyorlar: toplumdaki bozukluklar düzeltilirse protesto edilecek bir şey kalmayacağı için her türlü suç da bir anda kalkacaktır ortadan, herkes dürüst olacaktır. doğa hiç hesaba katılmıyor. insanın doğası dışlanıyor. yok sayılıyor doğa!

gerçek büyük insanların, yaşamlarında büyük acılar çekmek zorunda oldukları kanısındayım.

sorgu sırasında yalnızca köylüler, bir de hiç deneyimi olmayan çaylaklar her şeyi inkar ederler. çok az da olsa kafası çalışan, görmüş geçirmiş bir insan ise eldeki sağlam bilgileri elinden geldiğince doğrulamaya çalışır. yalnız bu bilgileri başka bir biçimde yorumlar, başka, beklenmedik anlamlar alacak biçime sokar. onları bambaşka bir ışık altına koyar.

napolyon: büyükle gülünç olan arasında yalnızca bir adım vardır.

insanlar aşağılanmayı genelde çok, hem de pek çok severler. herkeste vardır bu duygu. hele kadınlarda daha da güçlüdür. dahası, denebilir ki, bir eğlence bilirler bunu.

hukukta her soruşturmacının uyduğu bir kural, bir yöntem bu galiba: önce uzaktan, önemsiz şeylerden ya da ciddi ama konuyla ilgisi olmayan birtakım şeylerden başlarsınız, böylece sorguya çektiğiniz insanın endişelerini dağıtırsınız; ya da, daha doğrusu, dikaktini dağıtırsınız, sonra ansızın, hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir biçimde en önemli, en korkunç soruyu bir balyoz gibi indirirsiniz tepesine. mesleğinizin kitaplarında hep böyle yazar. her meslektaşınız da harfi harfine uyar buna.

insana yararlı olan aynı zamanda soyludur da.

birtakım insanlar üzerine yansız yargıda bulunabilmek için önce, bazı önyargılarımızı, genellikle çevremizdeki insanlara, eşyalara karşı olan günlük alışkanlıklarımızı bir kenara bırakmamız gerekir.

bir genç kız "acımaya" başladı mı, onun için tehlike çanları çalıyor demektir. bu durumda hemen "kurtarmak", yola getirmek, yeniden yaşama döndürmek, daha soylu amaçlara yöneltmek, yeni bir yaşama, güzel şeyler yapmaya başlatmak istekleri doğmaya başlar içinde. bu tür daha nelerin beklenebileceği bilinen bir şeydir.

estetik korkusu güçsüzlüğün ilk belirtisidir.

murat belge: puşkin'in yevgeni onegin'i ile lermantov'un peçorin'i (zamanımızın bir kahramanı), gorki'nin tanımladığı "lüzumsuz adam" tipinin en erken örneği olmuşlardır. ikisi de, çevrelerini saran insanlardan daha zeki, daha yetenekli kişilerdir ve felaketlerinin başlıca nedeni de budur. ötekiler gibi olsalar, toplumla birlikte "geçinip gideceklerdir"; ama zekaları onları uyumsuzluğa iter. ötekiler gibi sıradan olamazlar. sıradan olmayı reddedince de, sıradanlığın kural olduğu toplum düzeni onları yok etmek üzere çalışır. "lüzumsuz adam"dırlar; çünkü zekaları ve yetenekleri bu topluma "lazım" değildir; bu topluma "fazla" gelirler.

maksim gorki: devrim öncesi edebiyatın temel ve başlıca konusu, hayatın içinde sıkışmış kalmış, kendini toplum için bir fazlalık gibi hisseden insanın tragedyasıydı; bu insan, ya toplumda kendine rahat edebileceği bir yer arar, bulamaz ve bulamadığı için acı çeker, ölür; ya da ona düşman olan bir toplumla uzlaşmak zorunda kalır, kendini içkiye verir ve sonunda intihar eder.

murat belge: türk romanında şeytan, "ecnebi"dir; batı romanında "yerli".