cevdet kudret
belediye başkanı uzun boylu, geniş omuzlu, iri yarı bir adam. şimdiye kadar hiçbir işte acele ettiği, telaşlandığı görülmemiş. susuzluktan içi kavrulsa, bardağa yine elini ağır ağır uzatır; okumak için sabahleyin eline bir gazete aldı mıydı, bitirmesi akşamı bulur, yavaş yavaş, sindire sindire okur. sözün kısası onun vücudu, kafası, her şeyi gayet ağır işler.
süleyman işi anlatırken, ellerini göbeğinin üstünde kavuşturup bir buda heykeli gibi hiç kımıldamadan dinledi; genç adam, "bu iş için belediyenin yardım edip edemeyeceğini" sorduğu zaman, "olabilir" diye cevap verdi.
"yani, 'eder' mi demek istiyorsunuz?"
"olasıdır."
süleyman sözünü tamamladı:
"bize, bu işe elverişli bir yer, bir yapı vermenizi rica ediyoruz."
adam yine aynı durgunlukla cevap verdi:
"hele bir düşünelim.. inceleyelim!"
"eğer uygun görülürse verebilirsiniz değil mi?"
"yönetim kurulu'na arz edeceğim, o verebilir."
"sonucu öğrenmek için sizi tekrar ne zaman rahatsız edeyim?"
"estağfurullah. 15 gün sonra teşrif buyurun."
"15 gün sonra mutlaka belli olur değil mi?"
"herhalde."
"yönetim kurulu bu işi önemli görür mü dersiniz?"
"umarım."
"size göre, acaba kurulun çoğunluğu 'verilsin' mi der, yoksa 'verilmesin' mi?"
"o da olabilir, öbürü de."
süleyman, kesin hiçbir söz alamadan ayrıldı.
***
ikinci gidişinde, adam delikanlının yüzüne baktı, baktı:
"sizin bir işiniz vardı ya.. neydi?" dedi.
"yurt işi için rahatsız ediyorum. '15 gün sonra gelin' demiştiniz."
adam düşünmeye başladı:
"yurt işi.. yurt işi.. afedersiniz, hatırlayamadım. o kadar çok iş var ki.." masasının üstündeki kağıt yığınını gösterdi. "şunlara bakın. hepsi iş, hepsi iş.. insan hangisinden başlayacağını şaşırıyor. kimisini yapıyor, kimisini de işte böyle unutuyor. şunu bir daha anlatır mısınız, beyciğim? 'yurt işi' demiştiniz değil mi?"
"öğrenci yurdu."
"öğrenci yurdu. şuraya yazayım da, bir daha unutmayayım." (yazar) "evet.. sizi dinliyorum."
süleyman yeni baştan anlattı. adam hepsini dikkatle yazdı; kağıdı, masanın üstünde dağ gibi yığılı duran öbür kağıtların arasına koydu.
"artık hiç merak etmeyin. mademki bir kere yazıya geçti, unutulmak tehlikesi kalmadı demektir. zaten, kalem kağıt varken belleğe güvenmek yanlış."
süleyman ayrılacağı sırada sordu:
"bir daha ne zaman geleyim?"
"15-20 gün sonra."
"15 mi, 20 mi?"
"ikisi de olabilir. ama 20 daha iyi. ne kadar geç olursa o kadar garantili. ben de o zamana kadar yönetim kurulu'nu ancak toplayabilirim. baksanıza, iş, iş, iş!"
***
20 gün sonra süleyman bir daha gitti. belediye başkanı onu görünce:
"haaa" dedi, "geçen defa bir kağıda yazmıştık değil mi? mademki yazıya geçti, artık hiç merak etmeyin. yalnız, o kağıdı bulmak gerek." (önündeki kağıt yığınını karıştırmaya başladı) "insan kağıt devrine girince kafasını bir kenara bırakmalı. artık belleğin hiç gereği yok. sizin işi yazdığımı hatırlamam bile anlamsız. ne yapılacaksa bir yere yazarsın, sonra o yazıyı arar, bulur, yaparsın." (önündeki kağıtların arasından rastgele birini alır) "bu muydu acaba?" (okur):
"setenönü mahallesinde iki aydan beri çöpçü uğramadığından, sokaklara dökülen çöpler yolları tıkamış, bunların çıkardığı pis kokular, o civarda oturanları rahatsız etmeye başlamıştır. halkın şikayet ettiği şeyin gerçek olup olmadığı yerinde incelenecek; eğer gerçekse adı geçen mahalleye hangi çöpçünün baktığı ve iki aydan beri görevini niçin yapmadığı araştırılacaktır."
(başını kaldırıp sordu) "sizin iş bu muydu?"
"hayır."
"şu mu acaba?" (başka bir kağıdı okur):
"gülük mahallesindeki büyük çeşmenin yalağı tıkanmıştır; taşan sular, sokak aralarındaki toprak yolları bataklık haline getirdiğinden, yalağın tamiri için gereken.."
süleyman, sözü edilen işin ne olduğunu, yazıyı sonuna kadar okumadan bir türlü anlayamayan adamın kocaman kafasına gülümseyerek baktı ve sözünü kesti:
"o da değil."
belediye başkanı başını kaldırıp şaşkınlıkla sordu:
"nerden anladınız? daha hepsini okumadım ki. insan iyice araştırmadan hiçbir şey hakkında hüküm vermemelidir."
"bizim işin çeşme yalağı ile ilgisi yok."
"peki öyleyse. bırakalım onu bir yana." (başka bir kağıt alır) "ya şu olmasın?" (okur):
"kale önündeki helaların.."
"değil, o da değil!"
belediye başkanı daha büyük bir şaşkınlıkla sordu:
"bunu nasıl anladınız? daha okumadım bile.."
"baksanıza, heladan söz ediyor."
"hela mı? öyle ya.. hela.. demek ki bu da değil." (başka bir kağıt alır) "belki şudur." (okur):
"mezbahanın.."
"hayır, hayır."
"peki, ne idi sizin iş?"
"öğrenci yurdu."
adam, kağıt yığınını karıştırmaya başladı:
"öğrenci yurdu, öğrenci yurdu.. yok.. bulamıyorum." (odacıyı çağırdı):
"baksana buraya! şunların arasında bir kağıt olacaktı, sakın atmış olmayasın."
"atmadım, beyim."
"iyi düşün. masayı temizlerken filan.. sakın gereksiz sanıp da.."
"atmadım."
"belki pencereyi açık bırakmışsındır da.. rüzgar.."
"bırakmadım."
"ee, nereye gitti be kuzum? şeytanlar götürmedi ya? bunların arasına koymuştum."
"yine ordadır beyim. masada kağıt çok."
"fesüphanallah!" (süleyman'a sordu):
"ne işiydi?"
"öğrenci yurdu."
yine kağıtları rastgele karıştırmaya başladı:
"öğrenci yurdu, öğrenci yurdu, öğrenci yurdu.. yok.. kimbilir nereye karıştı. o kadar çok iş var ki.. bunların hepsini sadece okumak için bile insanın ömrü yetişmez. öğrenci yurdu, öğrenci yurdu.. bulamıyorum.. ne yapalım, sağlık olsun." (önüne beyaz bir kağıt çekti.) "şunu anlatın da yeniden yazayım."
süleyman ricasını yeni baştan anlattı. belediye başkanı hepsini dikkatle yazdı, sonra bunu yine önündeki kağıt yığınının üstüne koydu:
"bakın" dedi, "sizinkini en üste koydum. artık merak edecek hiçbir şey kalmadı. bir işin iki defa yazıya geçmesi, o derece sağlama bağlanması demektir."
süleyman tekrar ne zaman gelmesi gerektiğini sordu, adam:
"25 gün sonra" dedi. "o zamana kadar herhalde olur. öyle sanıyorum."
süleyman çıktı.