7.02.2010

rudolf born

paul auster

onun elini ilk kez 1967 baharında sıktım. o tarihte columbia'nın ikinci sınıfında, kitaplara meraklı ve günün birinde kendime şair diyebilecek kadar iyi şiir yazacağına inanan -ya da vehmeden- toy bir yeniyetmeydim; çok şiir okuduğum için onun adaşına dante'nin cehenneminde, inferno'nun 28. kıtasının son dizelerinde gezinen bir ölü olarak rastlamıştım. kesik başını saçlarından tutup fener gibi bir öne bir arkaya sallayarak taşıyan, provenceli 12. yüzyıl şairi bertran de born -hiç kuşkusuz, kitap uzunluğundaki o sanrılar ve işkenceler katalogunun en sakil görüntülerinden biriydi o. dante, de born'un yazdıklarının ateşli bir savunucusuydu; ama de born, prens henry'yi babası kral ii. henry'ye karşı isyana kışkırttığı, baba ile oğulun arasına ikilik sokarak onları birbirine düşman ettiği için, dante de onu sonsuz lanete mahkum etmişti. dante'nin verdiği incelikli ceza, de born'u kendisinden koparmaktı. işte o yüzden, kafası kopuk beden, yeraltı dünyasında feryat figan ederek floransalı gezgine kendi çektiğinden daha büyük eza olup olamayacağını soruyordu.