4.02.2010

safran sarı

inci aral

en değerli şey kendisi olandır.

safran sarısı tatlı bir renkti. güneşi, zenginliği, toprağın uyanışını ve bereketi temsil ediyor, aydınlık düşüncesiyle buluşuyor, yenilenmeyi, çekiciliği, neşeyi, uyumu, kısacası sıcaklık ve doğurganlığı imliyordu.

gerçek şuydu ki, herhangi bir kadını herhangi bir erkeğe bağlayacak fazla bir şey yoktu.

sevgiye yatırım yapamıyorsun. kendiliğinden yaşanıp bitiyor. insan bitmesin istiyor ama bitiyor.

yasalara ancak istisnasız herkese uygulanır oldukları zaman uymak gerekir.

kimileri ilk bakışta ilginç ve derin görünürler ama çoğunlukla ödünç benliklerle var olmayı yeğlediklerinden çabuk sığlaşırlardı.

şairlik bir meslek değil, insanın kendi dipsiz kuyusuna eğilip bakması gibi içsel bir çabaydı. bu yüzden şairler biraz mahçup, utangaç ve ürkek, gölgelerde yaşarlardı.

fakülteye başladığında önce kendisi gibi kapalı kızların safına katıldı ve onlarla dayanışma içine girmek zorunda kaldı. kızlar umutsuz çıkışlar yapmayı deniyorlardı ama tam bir birlik yoktu aralarında. eylem, artlarında ateşli inançlarını yayma, aşılama amacı taşıyan başka oluşumların var olduğunu anlayınca koptu onlardan. yalnızlaştı. belli gruplar kızları, yardımcı kuvvet olarak kullanıyordu. inançla ülke yönetimini bütünleştirmeyi amaçlayan bir görüşün basit bir nesnesi, süs eşyası olmaktansa yalnızlığı yeğliyordu.

örtünme konusuna eğildikçe, inancın siyaset oluşturma ve yürütme evrelerinden geçerken nasıl farklı biçimlerde, bağnazlıkla ve ağırlıkla kadın cinsi aleyhine yorumlandığını gördü. kadın, bütün dinlerde kirli, tehlikeli ve günahkar sayılıyor, yıkıma uğruyor, kullanılıyordu.

insanın ne kadar az şeyi varsa o kadar çok bölüşme arzusu duyuyordu.

süzülüp geçerken gölgem
gecenin puslu mavisinden
sönmüş yıldızlar gibi
uzaklaşıyor rüyalarım benden
atlayıp rüzgarın terkisine
gitmek istemiyorum arkalarından
yeni rüyalar yaratırım belki de
dökülen yıldız tozlarından
umut kesmemeli insan dünyadan

mutluluk çıplak gözle görülebiliyor, daha zor anlatılıyordu ama mutsuzluğu dokunmadan anlayabilmek olanaksızdı ve nedense daha kolay anlatılıyordu. mutluluk başka bir şeydi belki de. birbirini delice istemekten daha bilinmez, daha dingin, daha düzenli ve alçak gönüllü, kendiliğinden bir duygu. bir senfoninin en yüksek notasının tam gereken yerde ve anda yükselmesi gibi bir şey. olağandışı sandığınız bir durumla yüz yüze gelmek gibi şaşırtıcı, sessiz, içi dolu bir yükseliş.

unutmak. belleğin yıpranmış kumaşına işlenmiş çirkin bir mühür!

bu kez farklı olacağı umudu değil miydi sevmek? olmayacağını bile bile, umutsuzca tutulmak değil miydi aşk?

insanlar her dakika "insan" sözcüğüne bin bir anlam yüklüyorlardı. öte yandan ne düşmanlıklar ne hırslar bitiyordu. her gün her dakika hak hukuk, özgürlük kavramlarını dillerinden düşürmüyor; ama insan kardeşlerini açlığa, esarete, ölüme ve vahşete sürüklemekten ya da sürükleyenlere karşı sessiz kalmaktan vazgeçmiyorlardı. "büyük insanlık" yalnızca dillerde, uygulanmayan yasalardaydı. rezillik!

sen oğlum, sen geleceğe havale ettiğin bütün düşlerinin beş para etmez toplamısın.

uğruna çaba sarf edeceği bir düşü var mıydı? hayır. hayatı kendisine ait olmayanın gelecekle ilgili herhangi bir düşü olamazdı.

kaldırıp atabileceğim şeylerden vazgeçmeyi asla yenilgi saymam. yeniden aramaktan, bulmaktan, yitirmekten, hatta bulamamaktan korkmuyorum. çünkü her şeye rağmen derin, kirlenmemiş bir ruh taşıdığımı biliyorum.

her erkeğin beklediği şey, sonunda bir kadın tarafından yenilgiye uğratılmak ve bağışlanmaktır.

en büyük kusur hiç kuşkusuz ilkeleri, belli bir kişiliği olması ve kibir gibi görünen birikimiydi. insanlar bunun kokusunu alıyorlar, acımasız bir kıskançlığa kapılıyorlardı. yarı aptal, uysal bir yalaka gibi görünmeyi başaramıyordu bir türlü.

sevgi ancak geçmişin ve geleceğin görünümü içinde anlam kazanır. insanı bütünleştiren güçlü bir eylem olur ve kendi yolumuzu bulmaya yardım eder. bunun dışında her şey çıplak bir yabancılıktır.

erkekler dünya hakkında pek çok şey bilirler ama kendileri hakkında kör cahildirler.

insanın dünyayı doğru algılamak için sevgiye ihtiyacı vardı. yalnızların, kendi köşelerinden göremeyecekleri yüzleri vardı hayatın. düşlerin gerçekliğinden emin olamamak da bununla ilgiliydi: düşlerin tanığı yoktu.

gelecek tasavvuru öngörü gerektirir. bu da bilgi ve birikim ister. sokak kalabalığından sağduyu ve vizyon bekleyemezsin. çoğunluk günü yaşar. önlerine iki üç torba yiyecek, bir parça sadaka atılınca yatışır, senden yana oluverirler. kendilerini yönetecekleri seçmeyi beceremeyenlerin, her şeyi hak ettiklerini düşünmeden edemiyorum bazen.

bazen, içimde nasıl başa çıkacağımı bilemediğim büyük, eski ve ağır bir kederin varlığını duyuyorum.