emil cioran
belirsizlik içinde sürüklenirken en ufak kedere bir cankurtaran simidi gibi yapışırım.
şeyleri olduğu gibi görmek hayatı neredeyse çekilmez hale getiriyor. en azından ben kısmen de olsa şeyleri olduğu gibi gördüğüm için harekete geçemedim. daima eyleme geçmenin sınırında kaldım. insanlar şeyleri gerçekten olduğu gibi görmeyi istiyor mu? bilmiyorum. insanların genel olarak bundan aciz olduklarına inanıyorum. yalnızca bir canavar şeyleri olduğu gibi görebilir; çünkü canavar insanlığın dışında bulunmaktadır.
birçok kez sırf evde kalırsam vereceğim ani kararlara karşı duramayacağım için kendimi dışarı atmışımdır. sokaklar daha güven vericidir; çünkü gördüğümüz her şeyin zayıflık ve yozlaşmışlık içermesi, bizi umutsuzluğa sürükleyerek kendimiz hakkında daha az düşünmemizi sağlar.
bu hayatta bir şeyleri fark eden çok az sayıda insan olduğunu gözlemledim. kesinlikle hiçbir şeyi anlamamış büyük yazarlarla tanışabilirsiniz. bunlar, yetenekleri olan ama değersiz kimselerdir. tam tersine sokaklarda, bir barda, sizi aydınlatan, derinlere inebilen, büyük sorunları ele alabilen insanlarla tanışabilirsiniz. sorunlu karakterler kendilerine aşık filozoflardan çok daha ilgi çekicidir. gerçekten de bu tarz insanlarla iletişim halinde olarak çok şey öğrendim. bu anlamda entelektüel ortamlara uyum sağlayan biri olmadığımı söyleyebilirim. diyebilirim ki beni en derinden etkileyen insanlar, hayatında hiç kitap okumamış olanlardı.
her zaman en kötüsüyle karşılaşılacağından korkularak geçen bir yaşamda, kendimi henüz gerçekleşmeden bir talihsizliğin içine fırlatarak her durumda kendimce bir üstünlük kazanmaya çalıştım.
her zaman çelişkiler içinde yaşadım; ama bundan dolayı asla acı çekmedim. sistemli biri olsaydım, bir çözüm bulmak için düzenli biçimde yalan söylemek zorunda kalırdım. bunun yerine sadece şeylerin çözülemez yapıda olduğunu kabul etmekle kalmayıp aynı zamanda bunun kendine has bir zevki olduğunu fark ettiğimde çözülemezliğin zevkini keşfettim. asla sakinleştiren, bir araya getiren düşünceyi ya da bir fransız deyimine göre "uzlaşmazı uzlaştırmayı" aramadım. her zaman çelişkileri olduğu gibi kabullendim; hatta özel yaşamımda da bu teoriye göre davrandım. asla bir amacım olmadı, asla sonuç aramadım. bence bir çözüm olamaz, genel olarak tıpkı bizlerin kendisi gibi amaçlar ve sonuçlar yoktur. her şey anlamsız değilse bile, ki kelimeler beni terk ediyor yavaş yavaş, ancak gereklilikten yoksundur.
bir otel odasında 25 yıl yaşadım. bunun bir faydası var: hiçbir yere ve hiçbir şeye bağlı değilsin, gelip geçici bir yaşamın öncülüğünü yapıyorsun. her zaman ayrılık noktasındaymış gibi hissedip geçici bir gerçeklik algısıyla yaşıyorsun.
beni kurtaran şey intihar fikriydi. intihar fikri olmasaydı kendimi çoktan öldürmüş olurdum. yaşamaya devam etmemi sağlayan şey, her zaman önümde böyle bir seçeneğin olduğunu bilmekti. sahiden de bu düşünce olmasaydı bu hayata, bir yere veya bir şeye saplanmış olma duygusuna asla katlanamazdım. benim için intihar fikri, her zaman özgürlük fikrine dayalıydı.
bir gorilin gözündeki perişanlık. bir cenaze hayvanı. işte o bakışın soyundan geliyorum ben.
bir gece, iki yanında ağaçların olduğu bir patikada yürüyordum, ayaklarımın altındaki kestaneleri seziyordum. patlama sesi çıkıyordu, bunun yankısı beni kışkırtıyordu ve bu önemsiz olayın orantısızlığı karşısında altüst oldum; beni bir mucizenin, belirli bir vecdin içerisine sürükledi. burada artık daha fazla soru yoktu, sadece cevaplar vardı. binlerce umulmadık keşfin arasında sarhoş oldum ama hiçbirinden faydalanamadım. işte aydınlanmaya en çok bu şekilde yaklaştım. ancak bunun yerine, yürüyüşüme devam ettim.
her şeye karşın bu sapkın evrenin içinde yaşamımı boşa harcamadım, hiç kimsenin yapmadığı kadar kıpırdanıp durdum. hepimiz her bir anının mucizelerle dolu olduğu bir cehennemin dibindeyiz.
via bir nevi dipnot!